MUTLULUK
Sevgili Mehmet Y. Özel ile keyifli bir sohbetten...
Mutluluk. Duyduğunda bile keyif veren vay be ne güzel dedirten bir kelime. Her zaman olduğu gibi bu konuda da düşünürken ilk önce TDK ya baktım. Bakmaz olaydım. Mutluluk ile ilgili beni bu kadar mutsuz eden bir yorum olamazdı. Tanımı okuyunca aşırı depresif ve mutsuz hissettim. Buyurun buradan yakın.
“Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli ulaşılmaktan duyulan kıvanç, mut, saadet, bahtiyarlık.”
Böyle bir şey mümkün olabilir mi?
Babamın çok sevdiğim bir sözü var. Hep kulağımdadır, ikisinde birden. Derdin, tasan kalmadıysa eğer, seni tahtırevanla taşırlar der. Ama dikkat et o tahtırevan dört kollu olur. Seni dört kolluyla dertsiz tasasız yere götürüyorlar. Yani şunu diyor babam, hayatta derdin olacak, tasan olacak, gayen olacak en önemlisi bir mücadelen olacak. Hayatın sana getirdikleri var elbette, bilmediğin, tahmin edemediğin istemediğin. Ama senin de hayata vereceklerin olacak.
Tanımda ne diyordu? Bahtiyarlık... Türkçesi bildiğimiz mutluluk…Ya saadet? Türkçesi onun da mutluluk. Bir de Mut durumu…! Kelime kökenlerini sevenlere gelsin…Kelime MUT.
Mut’un anlamı yaklaşık iki avuç dolusu tahıla denk gelen ölçü.
Şimdi merak ediyorsunuz bu adam çok mutlu da mı mutluluk hakkında konuşuyor / yazıyor. Ben aksine hayatımın uzunca bir döneminde mutluluğun peşinden koşarken ciddi ciddi mutsuzluğun pençesine düşmüşüm.
İlkokul 3’ten bu yana yaz tatillerinden başlamak üzere çalışıyorum. Kurumsal hayatta 22 yılı devirdim. Bu sürenin uzunca bir bölümü ertesi günü görmekle, hayatta kalabilmekle ilgiliymiş. Dikkatinizi çekerim herhangi bir planlama ile ilgili değil sadece ve sadece ertesi günü düşünmekle ilgili. Geleceğe karşı duyulan kaygıdan mı yoksa umudun mu olmamasından mı bilinmez herhangi bir çabam planlamam olmamış. Umut olamamış.
Umut. Her şeyin başlangıcı değil mi oysa? Umut olmadan mutluluk olabilir mi? Umut etmek güzel günler ile başlar, sıkıntıyla başlar, sarsıntıyla başlar en önemlisi travmayla başlar.
Fırtınasız denizde herkes kaptan!
Gandi’nin çok güzel bir sözü var ki mottomdur...
Mutluluk;
Düşündüğümüz,
Söylediğiniz, Yaptığınız şeylerin uyum içinde olduğu zamandır.
Umudun varsa konuşabilirsin ve konuştukların düşüncelerinden akıp gider. Düşünürsen yol ararsın. Yol bulduğunda ise elini taşın altına sokup harekete geçer yaparsın. Ama bunun en öncesinde nerede durduğun önemli ışıkta mısın karanlıkta mısın?
Umudun varsa düşünürsün, söylersin ve yaparsın…
Benim için tam da bu yüzden mutluluk aklın ve kalbin el sıkışmasıdır.
Aklın ve kalbin az tartışıp çok tokalaşıyorsa sen mutlusun. Aksi takdirde geçmiş olsun...
Mutlu olmak mı yoksa mutlu etmek mi soruluyor bana.
Baştan söyleyeyim, mutluluk kolektif bir olgudur. İtirazı olan Jung’a başvurabilir. Dert, tasa, sıkıntı ise bireyseldir.
Beş kardeş babasını kaybeder. Hepsinde acı vardır, ama yasları bireyseldir, farklıdır. Kimi güzel günlerin yasını tutar, kimi tek başına kalmasını, kimi ise gelen taziyecilerin söyledikleri ile gururlanmayı.
Kolektivite emirle, yasayla, yasakla başlamaz. Çabayla, emek ile, karşılıklı etkileşimle başlar. Bireyselden başlayarak genele yayılır. Sen mutlu olmadan çevreni mutlu edemezsin. Anlamadık mı bunu bal gibi anladık yaşadığımız süreçte.
“Ne yazık ki çoğumuz mutlu olduğumuzu ancak mutsuzluğa düştüğümüz zaman anlıyoruz. “Benim sözüm değil Bernard Russell söylemiş bunu. Öyle olmadı mı? Ne olduğumuzu şaşırdık 8 aydır. Ne de güzel trafik sıkışıklığımız, AVM’lerimiz varmış. Şimdi ise okula gidemiyor çocuklar!
Evet çok şey öğrendik. Öğrenmede sıkıntı yok. Ortaokulda Pasarofça Antlaşması’nın şartlarını ezbere bilirdik nerede kullandık? Kim biliyor şimdi? Öğrenme her zaman on numara. Ancak öğrenme tek başına yeterli değil. Öğrendiğinin sana yeni bir iş için ivme kazandırması cesaretlendirmesi, uygulamaya geçirmesi yani elini taşın altına sokması gerekir. Sen aldığın ekmek makinesini rafa kaldıracaksan geçmiş ola! Aynı şeyleri aynı frekansla yapmaya devam edersen hiçbir şey öğrenmedik. Bırak bu alışkanlığın olsun.
Peki benden ne istiyorsun dostum hap bilgiler mi? Sen hap bilgileri sevmezsin, hakikaten bir tarif mi istiyorsun o zaman ben sana kendi travmam/yolculuğum sonunda nelerle uğraştığımı söyleyeyim.
Ben eleştirmeyi, bıdıbıdılanmayı bıraktım. Değiştirmeyeceğin şeyler hakkında hayıflanmaya gerek yok. Çevreni zehirlersin, topluma ve hayata en önemli katkın bu olur ki bunlardan maalesef çok var.
Ben bu tip insanlardan uzak durdum. Onlar dertlerini bana satmaya çalıştılar. Mehmet’in deyimiyle çöp kamyonunu benim dükkânımın önüne serdiler...
Artık niyet okumamaya başladım. Eskiden çok yapardım. O ne dedi bunu bunun için söyledi. Bundan dolayı söyledi. Ne güzelmiş niyet okumamak. Söylediyse söyledi. Bir şey söylemek istiyorsa o kişi zaten söyler.
Kimseyi değiştirmeye kendin gibi olmasına uğraşmamaya başladım. Peygamber değilim sonuçta herkesin kendisi gibi olmaya hakkı var, benim kendim gibi olmaya hakkım varsa eğer...
Ağırlıklarımdan kurtuldum. Başkası ne der diye yapmadığım, yaptığım her ne varsa mümkün olduğu kadar- ki kurumsal hayat bu anlamda prangadır- kurtuldum.
En önemlisi ne sevgili dostlar biliyor musunuz? Etiketlemeyi bıraktım. Unvanlarımdan kurtulmaya çalıştım. Sen unvanından konuşursan şef, yetkili, yönetmen, müdür yardımcısı karşındaki de senin unvanına göre konuşur. Ne duymak istiyorsan onu söyler. Hep işitmek istediğini söyler... Aslında işitmek istediğini sen söylemelisin ki sana geri gelsin...
Ya evde ne oluyor çocuğun, eşin günahı ne?
Eve geldiğinde tüm unvanlarından, arabanın markasından – ki o ufaklık Şahin’e binsen de Mercedes’e binsen de babam/annem diyeceğini unutmadan- babamı/ annemi şoför mü bırakmış hiç umurunda olmadan sana sarılıyorsa. Be kardeşim mutlu ol. Düşün, söyle aksiyona geç. Yani mutlu ol...
Mutluluk ne başının üzerinde ne de ayaklarına yakın. Mutluluk sadece ve sadece baktığın yerde göz hizasında.
K. Çağlayan Bakaçhan