Qmark Danışmanlık A.Ş.
Qmark Danışmanlık

ÖZSAYGI

ÖZSAYGI

Bu yaz döneminin en önemli transferlerinden birisini Cristiano Ronaldo gerçekleştirdi. Dünyanın birçok yerinden yıllık net yüz milyon Euro'yu bulan teklifleri reddeden Portekizli yıldız, kariyerini düşünerek bir başka köklü kulübü tercih etti. Siyah beyazlılara dört yıllık imza atan Ronaldo, her bir sezon başına otuz milyon Euro net ücret alacak. Juventus ise Real Madrid'e 105 milyon Euro bonservis ödeyecek.

Bir diğer transfer haberi ise NBA’den geldi. Cleveland Cavaliers takımından ayrılan LeBron James, NBA’in Batı Konferansı ekiplerinden Los Angeles Lakers ile dört yıl için 154 milyon dolar değerinde önemli bir kontrata imza attı.

Her ikisinin ortak bir özelliği var ki o da bu imzaları otuz üç yaşında atmış olmaları. İster futbol ister basketbol olsun, otuz üç yaş “üst düzey bir performans” adına fiziksel bazı zorluklar veya handikaplar oluşturabilir. Zira, spordaki profesyonellik yaşı her geçen gün biraz daha geriye doğru gelmeye başlamışken, oyunun başından sonuna dek güçlü bir rekabet ortaya koymak hiç de kolay değil.

Bu arada, Juventus için sağlık kontrollerinden geçen Ronaldo'nun vücudunun, yirmi yaşındaki bir futbolcuyla benzer verilere sahip olduğu görüldü. Kontrollerde elde edilen verilere göre Ronaldo'nun vücudunda yağ oranı %7, kas kütlesi ise %50 olarak belirlendi. Öte yandan, ortalama bir futbolcunun vücudunda %11 oranında yağ, %46 oranında ise kas kütlesi bulunuyor. Uzmanlar, kendisinin bu şekilde antremanlarına önem vermesi halinde kırk yaşına kadar üst düzey futbol oynamasını mümkün görüyorlar.

Sadece takım antrenmanları ile değil, aynı zamanda özel çalışmalarla kendine her açıdan çok iyi bakan bu isimlerin özel kontratları da pek sürpriz sayılmamalı. Kişi kendisinde, kendisine bakan o çok kıymetli yüze yani ancak “gerçekliklerin yüzüne” baktıkça kendi potansiyelinin hakkını verebilir.

Bu da kendisine gerçekten özen göstermesiyle, kendisiyle gayesi ve hayalleri arasında güçlü bağlar kurmasıyla mümkün olabilir. Özsaygı, kendi sınırlarımızı bilmekten çok düşlerimizi hatırlayıp bunu eyleme geçirebilmektir.

Özsaygı, “kişide, kendi kişiliğini alçaltmaktan insanı alıkoyan ve başkalarınca da alçaltılmayı hoş karşılamayan duygu, kişinin kendi özüne, kişiliğine beslediği saygı” olarak anlatılır. Diğer yandan, özsaygı dediğimiz şey aslında insanın özüne yani kendisine gösterdiği saygının bizzat kendisidir. Bir bakıma “kim olduğumuzu” gerçekten keşfetme halidir.

“Sen hayatımın en güzel yaşı ve imzasın” demenin o kadar zor olmadığına inanıyorum. Her şeye sahip olduğumuz ya da bazı şeylere kolay kolay ulaşamayacağımız tipi yanılgılar, er geç hayatımızdaki umut ve enerji seviyelerini köreltiyor. Belki “bunca yılın nasıl geçtiğini” hiç anlamasak da bundan sonraki zamanı (önce) kendimiz için mucizeye çevirmek yine bize kalıyor.

İnsanın gözü karanlıklara, ruhu da yaptıklarına çok çabuk alışıyor. Sonrasında, o karanlıkta kendi gerçeğini anlamak, ayırt edebilmek fazlasıyla zorlaşıyor. Karanlığın ve alışkanlıkların olduğu yerlerde çokça kalabalıklar var, asıl mesele cesaret edip o kalabalıktan ayrılabilmekte. Özsaygı, gaye edindiğimiz ve hayal ettiğimiz şeyler için bedel ödeyebilmek, en azından bunu göze alabilmek demek. İstediğiniz gerçekliğe, istediğiniz güzelliğe bakın arkasında ödenmiş bedeller keşfedeceksiniz. Kalbiniz, aklınız ve ruhunuz “hep bildiklerini okuyorsa” hiç ama hiç düşünmeden önce o (çok) bildiklerinizden, ezberlerinizden vazgeçeceksiniz.

Richard J. Gerring ve Philp G. Zimbardo “Yeteneğinizi gösterdiğinizde gururlu ve hoşnut hissetmenize izin verin” diyerek çok anlamlı bir konunun altını çiziyor. Devamında ise konuya şöyle açıklık getiriyorlar:

“Bir kez yeteneğinizi gösterdiğinizde iyi, gururlu, memnun ve hoşnut hissetmeniz için kendinize izin verin. Yeteneğinizi gösterdikten sonra içinde olduğunuz bu olumlu tutumlar size gerçekten güçlü olduğunuzu hissettirecek. Burada kendinizle gurur duymanız bir kibir belirtisi değildir. Aksine, hissettiğiniz olumlu duygular her neyse özgüven eksikliği hissettiğinizde duygusal olarak beslenmenize yardımcı olacaktır.”

İnsana yakışan; yaşlandıkça değil yaş aldıkça, aldığı yaşların hakkını daha güçlü bir halde verebilmektir. Dertlenmeyi ya da bazen dertlerin içinde kayıp gitmeyi bir kenara koyup yaşama kendini daha çok katabilmektir.

Yaşınız kaç olursa olsun, hayatınızın en güzel imzalarından birisini bu yıl veya önümüzdeki bir- iki sene içinde atmaya ne kadar hazırsınız? Çok hayal, çok çalışma ve çok inanç yakınlarınızda bir yerlerde olduğu sürece sıra dışı veya istediğiniz ne varsa, o olmaya başlayacaksınız.

Ne diyor büyük şair Yahya Kemal Beyatlı:

“Çıktığın yolda bugün yelken açık, yapayalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervasız
Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!”

İnsan, alemde hayal ettiği müddetçe yaşar.

Cristiano Ronaldo ve LeBron James kendi dallarında gelmiş geçmiş en iyi isimlerden birkaçı olarak kabul ediliyor. Herkes sanıyor ki onlar şanslı veya sadece en güçlüler kazanıyor. Oysa ki en değil, hep güçlü kalmak için kendisine haksızlık yapmadan, vasata razı olmaktan vazgeçip kendimize; saygı, yaşama ise emekle yaklaşmak gerekiyor.

Kendine hep bir şans daha verebilmek; her şeyden önce hayal, inanç, emek ve hayatı(nı) kutlamaktan geçiyor.

Sunumdaki Cesaret

Sunumdaki Cesaret

Lise yıllarım… Sınıfta öğretmenimiz büyük bir dikkatle ders anlatıyor, biz de pür dikkat dinleyip not alıyoruz. Derken kapı çalıyor. Gelen öğretmen (genellikle Türkçe öğretmenlerimizden biri), kibar bir şekilde, “Hocam, dersinizi bölüyorum, kusura bakmayın. Ama aşağıya 29 Ekim provaları için Nil’i rica edebilir miyiz?” diye soruyor. Ben, büyük bir keyifle ve prova aşkıyla Türkçe öğretmenime eşlik ediyorum. Sunum için salonda kürsünün arkasındayım. Elimde mikrofon. Öğretmenlerimin beğenisi ve destekleyici tavırları beni o kadar mutlu ediyor ki! İçimden hep aynı ses yankılanıyor: “Ne zevkli bir şey bu!”

Hikaye Değil, Hikayeni Anlat: İş Dünyasında İz Bırakmanın Sanatı

Hikaye Değil, Hikayeni Anlat: İş Dünyasında İz Bırakmanın Sanatı

Bir sahnedesin. Karşında şirketin en etkili isimleri, belki sektörün devleri oturuyor. Derin bir nefes alıp sunumuna başlıyorsun. Kelimeler, grafikler, veriler... Her şey akıyor. Ve sonra ışıklar sönüyor. Sahneden iniyorsun ve o an düşündüğün şey şu: “Nasıldım, iyi bir etki yarattım mı acaba?” İşte tam bu noktada hikayen devreye giriyor. Sunumlar sadece verilerle dolu PowerPoint slaytlarından ibaret değil. Sunum, kim olduğunu, neleri savunduğunu ve geride nasıl bir iz bırakmak istediğini anlatma fırsatıdır. Peki, o izi bırakmak için sunumlarını nasıl unutulmaz hale getirebilirsin? Anlatayım!

İşyerinde "Değer" mi Katıyorsun, "Eğer" mi Takıyorsun?

İşyerinde "Değer" mi Katıyorsun, "Eğer" mi Takıyorsun?

Hızla değişen iş dünyasında, liderlik anlayışı köklü bir dönüşüm geçiriyor. Artık liderlik, yalnızca iş sonuçlarına ulaşmak ya da bir ekibi yönetmekten ibaret değil; anlam yaratmak, çalışanlara ilham vermek ve kalıcı değerler oluşturmakla ilgili. Ancak bu noktada önemli bir ayrım yapmamız gerekiyor: İşyerinde gerçekten “değer” mi katıyorsunuz, yoksa “eğer” bahanesine mi takılıyorsunuz?

Kültür Robotları Yapay Zekâ Robotlarına Yol Mu Gösteriyor?

Kültür Robotları Yapay Zekâ Robotlarına Yol Mu Gösteriyor?

Kelimelerin sihirli olduğuna inanırım. Etkisi ve hakimiyeti var insanlar üzerinde. Bu nedenle de hangi etkiyi yaratmak istediğimize göre kullandığımız kelimeleri önce açıklamak gerekliliğine inanıyorum. Çünkü kelimenin bizim zihnimizdeki karşılığı ile okuyucunun zihnindeki karşılığı çok farklı olabiliyor.

Şefkatin Gücüyle İlham Vermek: Şefkatli Liderlik

Şefkatin Gücüyle İlham Vermek: Şefkatli Liderlik

Liderlik dediğimizde konu genelde strateji, kararlılık, karar verme, zeka ve bilgiye dayalı sonuçlar üretme perspektifinden anlatılır. Günümüz iş dünyasında ise bir liderin başarısı sadece elde ettiği finansal sonuçlar, ulaştığı iş hedefleri ile değil, aynı zamanda çalışanların moral ve motivasyonu, bağ kurma, organizasyona karşı oluşan bağlılık gibi kriterlerle de ölçülüyor.