Qmark Danışmanlık A.Ş.
Qmark Danışmanlık

Gözlerini Açmak

Gözlerini Açmak

“Korku içinde yaşanmaz. İspanya’da pek çok insan korku içinde yaşıyor. Siz gençler bunu değiştirmelisiniz. Hayat köpek gibidir, korktuğunuzu hissederse ısırır..”

“Vivir es Facil – Gözleri Açık Yaşamak” isimli, son zamanlarda izlediğim etkileyici filmlerden birisi olan bu senaryoda, belki de beni en çok etkileyen repliklerden birisi bu oldu. Bir filmde aldığı rol nedeni ile o günlerde İspanya’da bulunan John Lennon’ı görmek için ilginç bir yolculuğa çıkan bir öğretmenin ve yolda yanına aldığı iki gencin hikayesini, insana dair binbir zenginlikte anlatıyor.

Kaçımız gerçekten gözü açık yaşıyoruz? Kaçımız olup bitene kendimizden doğru, diğer bir anlamda her şeyden önce kendimize bakıyoruz?

Yaşamın içinde, birbirinden çokça farklı binlerce anlaşma yapıyoruz. Bunların içindeki en değerli anlaşmalar, kendinizle yaptığınız anlaşmalardır. Bu anlaşmalarda, kendimize nasıl birisi olduğumuzu, gerçekten neler hissettiğimizi, inançlarımızı ve farklı ortamlarda nasıl davranacağımızı belirleriz. En sonunda oluşan halimize ise “kişiliğimiz” deriz.

Ya “soru sormak o kadar güvenli değildir” veya “eğer onlar beni seviyorsa, ne istediğimi, neler düşündüğümü ve hatta hissettiğimi bilmeliler.” diye inanırız kendi kendimize. Oysa ki kabul ettiğimiz her anlaşma doğru değildir, zira çevremizdeki herkes hayatı bizim algıladığımız gibi algılamayabilir. Çevremizdekilerin gerçeğini görebilmek için sormaya, başkalarının bizim gerçeğimizi görmelerini sağlamak için ise anlatmaya, paylaşmaya yani diyalog kurmaya sandığımızdan da fazla ihtiyacımız vardır.

Bakmadığımız, görmediğimiz, oralı bile olmadığımız ne çok şey var şu dünyada. Ne çok öyküyü, ne çok şiiri, ne çok şiiri ve kendimize dair ne çok gerçeği fark etmeyiz, onca olan bitenin arasında. Sırf bu yüzden, o kadar çok insan var ki, onca yıl geçse de kendine dair o büyülü konfor alanının tam da ortasında.

Kendi filmimizi yaşarken kendi yaptığımız anlaşmalara uygun bir şekilde yaratırız. Birisine kızdığımızda aslında kendimizle bayağı bir uğraşıyoruz demektir. “Korku yoktur, korkan vardır” sözünden yola çıkarak, kendi korkularımız bir bir benliğimizi değil de edilgenliğimizi tescil etmektedir. Yaşamla mutlu anlaşmalar yaptığımız sürece, korkularımız kaybolup gitmektedir.

Ne için ve neden yaşıyoruz? Daha iyi yaşamak adına, korkmadan hangi yolculuklara çıkıyoruz? Oysa ki, kendimize dair ne kadar çok şey anlatmak, hatta bir o kadar da duymak istiyoruz.

Korku mu yoksa sevgi mi? Hangisinin hayatımıza hakim olmasını, içimizdeki umutları ve tutkuları daha çok ortaya çıkartmasını bekliyoruz?

Adamın biri, çok istedikten sonra bir Japon balığı almış. İşten sonra evine gidip balığını büyük bir keyifle seyrediyormuş, zira şahaneymiş seyretmesi, böyle güzel güzel gidiyormus balık. Bir süre sonra balık yan yatmış, suyun içinde debelenmeye başlamış. Adam hemen, balığı bir kavanoza koyup deniz biyologu olan bir arkadaşına götürmüş. Biyolog incelemiş ve demiş ki;

“Bir iyi haberim bir de kötü haberim var, hangisinden başlayayım?”

“Hangisinden istersen” demiş adam.

“İyi haberim balık hasta değil. Kötü haberim suyun hasta.”

“Su hasta olur mu ya?” diye sormuş adam.

“Evet olur, iyi oksijen almıyor bu su. Bundan dolayı bir bakteri girmiş ve bu bakteri balığın sinir sistemini olumsuz etkilemiş.”

“Ne yapmam lazım peki?” diye sorunca adam, arkadaşı da:

“Balığının önce suyunu, sonra da pompasını değiştireceksin.”

Su ve pompa sistemi değişince, gerçekten de balık hızla iyileşmiş kısa bir süre sonra. Japon balığı, yine şahane bir biçimde akvaryumunda keyifle gezmeye devam etmiş. Çok vaktiğimiz olmadığını, bilakis ölümlü olduğumuzu fark etmek bile “uyanmak” adına, en basit yollarından sadece birisiymiş.

Uyanmaya, gözümüzü açmaya, kendimizle ve hayatla birbirinden güzel anlaşmalar yapmaya ihtiyacımız var. Yaşam, vakti geldiğinde suyumuzu, pompamızı yani akışımızı değiştirdiğimiz kadar bize güzellikler sunar.

Aslına bakarsanız, gözümüzü yaşama(ya) doğru açtıkça, başarılı ve mutlu olmanın anahtarlarını sandığımızdan çok daha kolay bir şekilde buluyoruz. Ya yarım, sıradan, eksik yaşayacağız ya da iyi yaşamak adına gözlerimizi her yeni günde biraz daha açtıkça, hayata kendimizi daha çok katacağız

İşyerinde "Değer" mi Katıyorsun, "Eğer" mi Takıyorsun?

İşyerinde "Değer" mi Katıyorsun, "Eğer" mi Takıyorsun?

Hızla değişen iş dünyasında, liderlik anlayışı köklü bir dönüşüm geçiriyor. Artık liderlik, yalnızca iş sonuçlarına ulaşmak ya da bir ekibi yönetmekten ibaret değil; anlam yaratmak, çalışanlara ilham vermek ve kalıcı değerler oluşturmakla ilgili. Ancak bu noktada önemli bir ayrım yapmamız gerekiyor: İşyerinde gerçekten “değer” mi katıyorsunuz, yoksa “eğer” bahanesine mi takılıyorsunuz?

Kültür Robotları Yapay Zekâ Robotlarına Yol Mu Gösteriyor?

Kültür Robotları Yapay Zekâ Robotlarına Yol Mu Gösteriyor?

Kelimelerin sihirli olduğuna inanırım. Etkisi ve hakimiyeti var insanlar üzerinde. Bu nedenle de hangi etkiyi yaratmak istediğimize göre kullandığımız kelimeleri önce açıklamak gerekliliğine inanıyorum. Çünkü kelimenin bizim zihnimizdeki karşılığı ile okuyucunun zihnindeki karşılığı çok farklı olabiliyor.

Şefkatin Gücüyle İlham Vermek: Şefkatli Liderlik

Şefkatin Gücüyle İlham Vermek: Şefkatli Liderlik

Liderlik dediğimizde konu genelde strateji, kararlılık, karar verme, zeka ve bilgiye dayalı sonuçlar üretme perspektifinden anlatılır. Günümüz iş dünyasında ise bir liderin başarısı sadece elde ettiği finansal sonuçlar, ulaştığı iş hedefleri ile değil, aynı zamanda çalışanların moral ve motivasyonu, bağ kurma, organizasyona karşı oluşan bağlılık gibi kriterlerle de ölçülüyor.

Karanlık Ormanına Yolculuk

Karanlık Ormanına Yolculuk

Her gün birbirinden karmaşık ve zor problemlerle karşı karşıya kalıyoruz ve günlerimiz problem çözerek, çözmeye çalışarak geçiyor. Kimi zaman iş yerinde kimi zaman sosyal hayatımızda kimi zaman ise özel yaşantımızda karşılaştığımız problemlerle mücadele ederken şimdi de 3 Cisim Problemini duymaya başladık. Peki nedir bu 3 Cisim Problemi?

ARIZALARIM VE BEN

ARIZALARIM VE BEN

Aynı durumları tekrar tekrar yaşayınca, hani bazen “evren bana mesaj gönderiyor” cümlesi kurarız ya! Aslında mesajı gönderen evren değil, hamster gibi sarmal bir döngüde tekrara düşen kendimiziz.