Adaletin Dili, Kültürün Omurgası
Pay açık, usul meşru, dil saygılı, bilgi zamanındaysa; iklim nefes alır, kurum derinleşir.
İş dünyasında “kültür” çoğu kez duvara asılı bir vizyon ve değerler panosuna indirgenir; oysa kültür,
mutfaktan çay servis edilirken seçilen sözcüğün tonu, toplantı tutanağının kenarına iliştirilen o küçük
şerhe önem verme sahiciliği, terfilerin ardında yatan gerekçelerin şeffaflığı, süreçlerde VIP geçişlerin
varlığı ya da yokluğu ya da bir duyuru e-postasının zaman hanesine sinmiş özen demektir.
Kültür tıpkı kişilik gibi bir kurumun mizacı (vizyonu ve misyonu) üzerine şekillenen kişiliğidir ve dolayısı
ile kültür, büyük laflardan önce küçük anlarda tezahür eder; tüm bu anların müşterek paydası da çoğu
zaman “kurumda hissedilen adalet algısı” dır. Kurumun sayfa sayfa, duvar duvar “yazıtlarından” çok
“dilinin, mimiklerinin ve davranışlarının” esas kişiliğini göz önüne serdiği alandır.
Plazalardan fabrikalara bir organizasyondaki adalet algısı kararların nasıl alındığı, kaynakların nasıl
paylaşıldığı ve çalışanlara nasıl davranıldığıyla birebir ilgilidir. Kurum kültüründeki adalet algısının
muhasebesini yaparken de şu dört soru bize büyük resmi net bir şekilde çizebilir:
1. Kaynakların Payı; Ücret, prim, terfi ve iş yükü gibi çıktılar hangi ilkeye göre ve nasıl pay
ediliyor?
2. Kararın Usulü; Kararlar hangi yöntemle oluşuyor; kuralı, gerekçesi ve itiraz yolu açıkça
yazılıyor mu?
3. Etkileşimin Terazisi; Günlük dilimizde saygı, nezaket ve onur korunuyor mu; farklı kişilere
tutarlı bir muamele var mı?
4. Bilginin Devri; “Ne, neden, ne zaman?” sorularının cevabı şeffaf, vaktinde ve anlaşılır biçimde
dolaşıma giriyor mu?
Bu dört soruya verilen yanıtlar, çalışanların zihninde görünmez bir bilanço defterini doldurur: satırlar
ya güven hanesine işlenir ya da kuşku hanesine. Güven derinleştikçe gönüllü çaba ve organizasyonel vatandaşlık davranışları serpilir, kurumsal sessizlik geri çekilir; tersi halinde ise sinizm dalga dalga yayılır, aidiyet gevşer, o tanıdık “boşver” refleksi gündelik işlere kadar derinden derinden siner. Sonrasında bu derin izlerin yüzeye yansıması olan semptomları görürüz ve bu semptomları çözmeye çalışırız esas hastalığa anlam veremeden; yüksek devir oranı, çalışanların sessizleşmesi, artan çatışmalar, motivasyon kaybı, düşük müşteri memnuniyeti skorları üzerinde konuşur dururuz.
Semptomları konuşmak kolaydır ama hastalığı konuşmak cesaret ister; bu yazı da sizi bu cesarete
davet ediyor…
Adalet Dediğimiz Şey Tek Parça Değildir.
Kurumunuzda işleri ve ekipleri yönetirken aslında alt metinde ortamı, ruhu, iklimi yönetirsiniz; iklim ise
en çok adaletin dili, kanalı ve usulüyle şekillenir. Organizasyonel adalet, kurumun bugünkü nefesine
denk düşen iklimi ayarlar; ve aynı adalet jestleri ısrarla tekrarlandığında o nefesin alındığı akciğerin
yapısını, yani kültürü dönüştürür. Başka deyişle adalet, kısa dönem deneyimlerde iklimi; kalıcı
alışkanlıklarda ise kültürü şekillendirir ve adalet dediğimiz şey de tek parça değildir.
Nasıl bir hekimin ağrıyı anlamaya çalışırken kas–sinir–damar ayrımını yapması nasıl tedavisinin ön
şartıysa, yöneticinin de adaleti boyutlarına ayırması iklim ve kültür yönetiminin ön şartıdır. Dolayısıyla
“Adalet var mı, yok mu?” sorusu tek başına oldukça yetersizdir; esas soru şudur: “Adalet “adaletin
hangi yüzü”nde aksıyor?” Soruyu doğru sormazsak, yanıtı bilemeyiz ve dolayısıyla da doğru adalet
algısını oluşturamayız.
Adaletin Dört Yüzü
“Haksızlık nerede olursa olsun her yerdeki adalet için tehdittir” - Martin Luther King Jr.
Adaletin dört yüzüne geldiğimizde, tek parça bir taşla değil, damar damar ayrılan bir kaya kütlesiyle
karşılaşırız. Yüzeyden bakınca yekpare sanılan şeyin içinde farklı dokular, farklı akışlar vardır.
Yönetici için ilk vazife, bu damarları ve yüzleri adlandırmaktır zira adı konmayan şey yönetilemez.
Birinci yüz, payın ölçüsüdür: Dağıtımsal Adalet. Ücret, prim, terfi, eğitim hakkı, iş yükü gibi sınırlı
kaynakların pay edilmesidir. Burada yönetici, kendine vicdan muhasebesi için şu soruyu sorar: “Bu
paylaşımda eşitlik mi, ihtiyaç mı, hakkaniyet mi devrede ve neden?” Yıl sonu prim dönemlerinde, yıllık
eğitim katılımcılarının listeleri paylaşıldığında, bir çift yorgun göz “Gece nöbetinde benimle olan
arkadaş neden yok?” diye sorduğunda, aslında bu sorunun cevabının ete kemiğe bürünmüş hâlini
görürsünüz karşınızda: rakam vardır, sonuç vardır ve fakat gerekçe yoksa pay adaletinin zemini
kayar.
İkinci yüz, usulün meşruiyetidir: Süreç Adaleti. Kararlar nasıl doğar; kuralı yazılı mıdır, yürütmesi
denetlenebilir mi, itiraz yolu işletilebilir midir? Bir proje liderliği ataması “genel değerlendirme” diyerek
geçiştirilip süreç prosedürü paylaşılmadığında, süreçler kişiye göre yorumlandığında, VIP geçişler
yaratıldığında odadaki hava ağırlaşır. Meşruiyet, çoğu zaman kararın içeriğinden önce, usulünün
saydamlığıyla ayakta durur.
Üçüncü yüz, dilin terazisidir: Etkileşim Adaleti. “Aynı durumda, farklı kişiler tutarlı bir saygıyla mı
muamele görüyor?” sorusunun cevabını arar. Pazartesi toplantısında bir çalışmanın hatalı çıktısı
herkesin önünde “yerden yere” vurulurken, perşembe günü benzer eksiklikteki başka bir çalışma
“nazikçe erteleniyorsa”, arada yalnızca iki gün değil, iki farklı onur rejimi vardır. Yönetici, çalışanın
zihnindeki bilanço defterinde her cümlesinin nereye yazılacağını çok iyi tartmalıdır: “Bu cümleyi
özelde mi kurmalıyım, toplulukta mı; ve nasıl bir tonla?” Çünkü yöneticinin dili kurumun görünmeyen
anayasasıdır.
Dördüncü yüz, bilginin ritmi ve içeriğidir: Bilgisel Adalet. Adaletin bu yüzü, “Ne, neden, ne
zaman?” sorularının yanıtının zamanında, yeterince açık ve tam gelip gelmediğini; yoksa bilginin hiss-
i kable’l-vukūya yaslanarak mı dolaşıma sokulduğunu yoklar. Cuma 17.50’de değişen vardiya düzeni,
pazar akşamı bozulan aile planları; pazartesi koridorlarda dolaşan söylentiler…vs vs. Zamanında
gelmeyen bilgi, güvenin kalp atışını düzensizleştirir. Yönetici burada şu soruyu duyulur kılar: “Bu
duyuruyu ne kadar önce yapmalı, hangi sorulara şimdiden yanıt vermeliyim; etki ve zaman bilgisini
nasıl berraklaştırabilirim?”
Dört yüzü tek bir yüzmüş gibi yönetmeye kalktığımızda, yanlış yaraya pansuman yaparız. Oysa iklim,
tam da burada şekillenir; payın ölçüsünde, usulün meşruiyetinde, dilin terazisinde ve bilginin ritminde.
Adaletin dört damarı bir arada işlediğinde, kurumun iç dolaşımı netleşir; tutukluk çözülür ve hareket
açıklığı geri döner.
Veri ne söyler? Greenberg’in merceği, İlkelerin omurgası
“Usul esastan, üslup mesajdan önce gelir. Usul ve üslup yolu yarılamaktır” -Mecelle
Sayıların serinkanlı dili bize açık bir hikâye anlatır; ama o hikâyeye hangi mercekten baktığımız,
gördüğümüz manzarayı değiştirir. İşte burada Jerald Greenberg’in saha bulguları bu merceği
berraklaştırır: Greenberg, adaletin yalnızca ne verildiğiyle (sonuç) değil, nasıl verildiğiyle (üslup) ve
nasıl açıklandığıyla (gerekçe) şekillendiğini bize net saha çalışmaları ile net bir şekilde aktarır:
Zorunlu ücret kesintisi yaşayan iki tesisten birinde yönetim, çalışanlarla saygılı bir dille konuşur;
“neden, nasıl, ne kadar süre” sorularını açıkça yanıtlar. Diğerinde iletişim kısa, soğuk, savunmacıdır.
Adaletsizliğin doğurduğu öfke her iki yerde de hissedilir elbette; öte yandan açıklayıcı ve saygılı
iletişimin olduğu tesiste hırsızlık, devamsızlık ve misilleme gibi üretkenlik karşıtı iş yeri davranışları
belirgin biçimde daha düşük seyreder.
Greenberg’in verdiği ders yalındır; kötü bir haber insan onuruna saygıyla ve makul gerekçeyle
verildiğinde, yıkıcı etkisini kaybeder ve adaletin dili ve adaletin anlatısı davranışı regüle eder.
Bu merceğin görüş kalitesini etkileyen ikinci husus ise Leventhal’ın süreç adaleti ilkeleridir. Bir kararın
meşruiyeti, çoğu zaman içeriğinden önce usulünün doğruluğu ile ayakta durur. Leventhal, yöneticinin
önüne kısa ama sırta ağır bir sorumluluk yükleyen 6 soruluk bir “liste” koyar:
• Tutarlılık: Aynı durumda aynı usul mü işletiliyor?
• Önyargısızlık: Kişisel yakınlık/antipati sonucu büküyor mu?
• Doğruluk: Karar, sağlam ve güncel kanıta dayanıyor mu?
• Düzeltilebilirlik/İtiraz: Yanlışsa düzelebilecek bir yol açık mı?
• Temsil/Katılım: Karardan etkilenenler görüşlerini sürece katabildi mi?
• Etik Uygunluk: Usul, kurumun değerleri ve mesleki etikle uyumlu mu?
Bu altı taş yerli yerinde değilse, sonuç ne kadar parlak görünürse görünsün, adalet algısının zemini
boşluk hissi verir. İşte bu yüzden “ücrette adiliz” demek, haritanın yalnızca bir yönünü düzeltir; süreç,
etkileşim ve bilgi akışının tansiyonu bozuksa, kültürün dolaşımı yine aksar.
Geniş kapsamlı meta-analizlerin adalet algısı bilançosuna düşürdüğü not da aynı yöndedir: Adaletin
her yüzü; (dağıtımsal, süreçsel, etkileşimsel, bilgisel) iş doyumu, bağlılık, yöneticiye güven ve gönüllü
vatandaşlık davranışları ile artı yönde; ayrılma niyeti, çekilme ve organizasyonel sessizlik ile eksi
yönde bir korelasyona sahiptir. Üstelik bu ilişki yekpare değildir; her bir yüz, sonuçlara kendine özgü
bir etki yapar.
Demek ki yönetici, “adalet var mı?” sorusunu tek başına sormaz; “Adalet, adaletin hangi yüzünde
aksıyor?” diye de sorar.
İnce Bir Denge Sanatı
“Adalet nedir? Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? Dikenlere su vermek.”-Mevlana
Liderin adalet çerçevesi tek bir kural kitabı değildir; payı, usulü, dili ve bilgiyi aynı anda ayarlayan ince
bir denge sanatıdır.
Payın ölçüsünde, ücret, prim, terfi, eğiti ve iş yükü gibi sınırlı kaynaklar dağıtılırken zihnimizin
kenarında üç etiket durmalıdır; eşitlik, ihtiyaç, hakkaniyet. Hangi durumda hangisini, neden seçtiğimizi
açıkça söylediğimiz anda terazinin kefeleri dengeye oturur.
Bu dengeyi ise usul ile pekiştiririz. Bir karar çoğu zaman içeriğinden önce usulüyle ayakta durur.
Leventhal’ın altı taşı—tutarlılık, önyargısızlık, doğruluk, düzeltilebilirlik/itiraz, temsil/katılım, etik
uygunluk— liderin her deneyiminde sessiz bir adalet algısı yaratma testinden geçer.
Dilin terazisi bu çerçevenin nabzıdır. Aynı durumda herkese tutarlı saygı gösterildiğinde kurumun
görünmez anayasası korunur. Güç, sesi yükseltmekte değil; eleştiriyi mahremde, takdiri kamuda
tutabilmektedir. Ben-dili ve benlik yerine davranışa odaklı üslup, onuru muhafaza eder ve güven
kanallarını açık tutar.
Bilginin ritmi iç huzuru doğrudan etkiler… “Ne–neden–ne zaman?” sorularının yanıtı geciktiğinde
söylenti açılan boşluğu doldurur; ritim bozulur. Bu yüzden kritik duyurularda T–14 kuralı devreye girer;
yanında SSS ve kısa bir Soru–Cevap penceresi açılır. Duyuru, “Değişiklik X tarihinde yürürlüktedir; etkisi Y olacaktır; değerlendirilen seçenekler A, B ve C dir; sorularınız için Z kanalındayız.” netliğinde
yapıldığında, bilgi vaktinde ve berrak akar, kurumun ritmi bir düzen tutar.
Adalet, kültürün omurgasıdır; duruşu görünür kılar.
Pay açık, usul meşru, dil saygılı, bilgi zamanındaysa kurumun iklimiyle kültürü aidiyet, bağlılık, tatmin
ve etkililik yeşertir. Mevsimleri değiştiren şey büyük gösteriler değil, tutarlı ve sade jestlerdir;
kurumların kaderi de çoğu kez bu jestlerin ara satırlarında yazılır.
Adalet yerini bulduğunda odanın sesi kısılmaz; başlar kalkar, gözler parlar. İnsan “emeğim görüldü”
duygusuyla derin bir nefes alır; psikolojik güven büyür, sinizmin kabuğu çatlar. Hatalar saklanacak
ayıplar olmaktan çıkar, öğrenmeye dönüşür; sessizlik yerini sözün cesaretine, savunma yerini meraka
bırakır. Yorgunluk tükenmişlike değil, anlam duygusuna bağlanır; sabah kapıdan girerken omuzdaki
ağırlık hafifler, akşam eve dönerken anlatacak onurlu bir hikâye olur. Adalet, serum gibi bir anda değil,
damla damla sindire sindire yüreğe işler ve işledikçe de güvenin rengi parlaklaşır, umut kendine yer
açar.
Şimdi artık sözler burada dursun ve eylemler konuşsun…Çünkü yaşam ne bildiğimizle değil de ne
eylediğimizle ilgileniyor!
Şimdi artık ritmi düzeltecek küçük ama etkili dokunuşların zamanı…
Peki, tam şimdi, siz …iklimi bir milim iyileştirmek için hangi tek adalet eylemini görünür kılacaksınız?




Liderlik Akademileri & Yönetici Gelişim Programları
Katalog Bazlı Çözümler
Yetkinlik Bazlı Gelişim Çözümleri
Satış Deneyimi Akademileri