Eğitimin Evrimi
Cam ustaları çıraklarına mesleği yazılı kurallar yerine gözlem ve uygulama yoluyla
aktarırlardı. Çıraklar öğrenebilmek için önce ustalarını uzun uzun izler sonra küçük
denemelerle ustalık yolculuklarına başlarlardı. Sadece teknik beceri değil sabır, disiplin ve
öğretiye duyulan saygıyı da geliştiren bu sistem belki de eğitim metotlarının en eskisi olan
usta-çırak ilişkisini derinlikle anlatıyordu. Eğitim ustadan çırağa geçen bir mirastı.
Sanayi devrimi ile başlayan kurumsallaşma hareketlerinde de usta-çırak anlayışıyla öğrenme
hakimdi. Makineler, üretimin adetsel artışında insanüstü bir rol oynarken insan prosedürleri
tekrar etmekle yükümlü bir modelde iş hayatındaki yeni pozisyonunu şekillendiriyordu.
Üretim ve hizmet alanlarındaki hatalarını en aza indirecek şekilde emeğini konumlandırması
yeterliydi. Ancak zaman içinde ihtiyaçların değişmesi ve gerek üretim gerekse hizmet
sektörlerinde müşterinin bilinçlenmesiyle insanın sadece ustasından gördüğünü tekrar etmesi
yeterli olmamaya başlamıştı. Artık işi yapmanın yanı sıra iletişim kuran, yarını düşünebilen,
liderlik üstlenebilen bireylere ihtiyaç duyuluyordu. Ürettiğini satabilen şirketler rekabetin
getirdiği seçme özgürlüğüyle “tercih edilen” olmanın önemini vurgulayan sınavlardan
geçiyorlardı. 1908 yılında “Müşteri arabasını istediği renkte alabilir, yeter ki o renk siyah
olsun.” diyerek üretim maliyetlerini düşük tutmaya çalışan Henry Ford kısa bir süre sonra
1926’da araçlarında farklı renk seçeneklerini sunmak zorunda kalmıştı. Çünkü dünün
taleplerinde tek renk, tek model, tek bilgi yeterken yarının vizyonu çeşitlilik, esneklik ve
kişiselleştirmeyi barındırıyordu.
Kurumlar güçlenen müşteri algısına hizalanabilecek ekiplere ihtiyaçlarını her geçen gün daha
yoğun hissediyorlardı. 20.yüzyılın ortalarında IBM ve General Electric gibi devler kendi
akademilerini kurarak çalışanlarına farklı meziyetler kazandırmaya çalıştılar. İş hayatı
problem çözme, karar alma ve pazarlama hakkında fikir sahibi olmaya başlamıştı. Eskiden
satış için üretilen cam vazonun sadece vitrine koyulması yeterliydi. Artık vitrine koyarken
fiyat, kalite, vitrindeki yeri ve tüketici ile kurduğu bağa kadar birçok alanda yenilikçi olmak
gerekiyordu. Eğitim de bu yöne doğru evriliyordu. Başını Harvard Business School gibi
ekollerin çektiği yeni eğitim modellerinde sadece “bilgi aktarmak” yeterli değildi. Farklı bakış
açılarını görebilmek ve çözüm üretebilmek her şeyin önündeydi.
Günümüze yaklaştıkça her teknolojik hareket önce iş yapış şeklini sonra da işi yapmak için
gereken nitelikleri öğrenme yollarımızı değiştirdi. İnternet ile sınıflar ortadan kalktı.
Videolarla, dokümanlarla, e-öğrenme platformlarıyla zaman ve mekân engeli yok olmaya
başladı. Önceleri çalışan ekosisteminde bilgiye ekranlardan ulaşma fikri rahatlatıcı
görünüyordu. Oturduğumuz yerden ihtiyacımız olan bilgi karşımızdaydı. Zamanı önemli
değildi. Yemek yerken, uzanırken, ev işleriyle meşgulken bile bir şeyler öğrenebiliyorduk.
Ancak insan teknoloji karşısında yardımcı oyuncu olmayı kabul edebilecek bir yapıda değildi.
Sanayi devriminde makinelerin yanında duramayan ve sorumluluğu alma zorunluluğu
hisseden insan şimdi de ekranların karşısında figüranlığı kabul etmiyordu. Eğitimin ve
öğrenimin tam içinde olmalıydı. Deneyimleyerek öğrendiği bilgileri sürekli taze tutmak
zorundaydı. Globalleşme ile gelen kültürlerarası iletişim becerilerini, dijital okuryazarlığını,
krizlere karşı çevikliğini geliştirmesi gerekirken iş yaşam dengesini kurabilmek için çatışma,
müzakere ve stres yönetimi gibi konularda da uzmanlaşması gerekiyordu. Artık bir finans
uzmanının yalnızca muhasebe bilmesi yetersizdi; veri analitiğine, davranışsal psikolojiye ve iletişim becerilerine hâkim olması gerekiyordu. Bir mühendis için teknik bilgi elbette
önemliydi ama etkili iletişim ve proje yönetimi olmadan rekabette geri kalıyordu. Yoğun iş
hayatı “psikolojik güvenlik ve dayanıklılık” gibi konuları hızın ve esnekliğin temel
yeteneklerden birine dönüşmesini zorunlu hale getiriyordu. Ve eğitim modelleri de daha çok
kişiselleşmeye, duyguyu ve düşünceyi yönetebilmeye doğru evriliyordu. Eğitim modelleri,
deneyimler kazandırabilecek simülasyonlarla yaratıcılık, empati, etik karar verme gibi insani
yönleri daha fazla merkeze alacak bir tarzda gelişiyordu. İnsanı merkeze almayan hiçbir
eğitim modeli amacına ulaşamayacaktı. Çünkü insan daha önce de bahsettiğim gibi yardımcı
rolleri kabul edecek yapıda değildi. Üstelik iş hayatının tarihçesine baktığımızda sistemler ne
kadar değişirse değişsin öğrenmeye duyulan açlık ve doğru eğitim modellerinin
kullanılmasıyla insanın kendini bir şekilde merkeze almayı başardığını her zaman görebiliriz.
Bir zamanlar ustanın çırağına aktardığı tek beceriyle başlayan bu yolculuk, bugün
multidisipliner yetkinliklere uzanmış durumda ve yarın çok daha bütüncül, kişiselleştirilmiş
ve sürükleyici bir hale evrilecek. Eğitim artık yalnızca kurumların bir fonksiyonu değil;
bireyin potansiyelini açığa çıkaran, iş hayatının geleceğini şekillendiren en güçlü araç.




Liderlik Akademileri & Yönetici Gelişim Programları
Katalog Bazlı Çözümler
Yetkinlik Bazlı Gelişim Çözümleri
Satış Deneyimi Akademileri