Qmark Danışmanlık A.Ş.
Qmark Danışmanlık

ÖĞÜN

ÖĞÜN

“Türk, öğün, çalış, güven.”

İlkokul sıralarında neredeyse her bir sabah ezberlediğimiz bu sözün ilk eylemi “öğünmek” hepimiz için aslında öylesine kıymetli, öylesine yol gösterici bir kelime ki. Güzel akıllarımızda sürekli olarak “övün” olarak kalması yüzünden, bir çoğumuzun “övünme” eylemine yönelik bir istek olduğunu düşünmesi çok doğal. Halbuki “öğün” kelimesinin anlamı bambaşka.

Öz Türkçe bir kelime olan “öğün” aslında “öğ” kelimesinden türetiliyor. Bu kelime ise “akıl - us” anlamına geliyor. O dönemlerden beri devam eden kullanımıyla dile getirdiği “-ün” eki ise kelimeye “akıllan, aklını kullan” anlamı kazandırıyor.

Akıl kelimesi ise Arapça “ikal” kökünden gelmektedir. Sözcüğün kökü olan “ikal”; “somut olarak nesneleri birbirine bağlamak ve gelecekle bağlantı kurmak” anlamına geliyor. Bu kökten çıkan bir dal olan “akıl” sözcüğü ise, “nesneler arasındaki bağlantıyı somut olarak değil de düşünsel olarak kurmak” anlamına gelmektedir.

Öyle günlerden geçiyoruz ki, asıl böyle dönemlerde “aklımızı iyi kullanmak” adına hepimize büyük sorumluluklar düşüyor. Artık, eskisi gibi büyük balıklar küçük balıkları değil, “akıllı ve çevik balıklar” yavaş balıkları yutuyor. Bunun için insanların, takımların ve organizasyonların o meşhur ezberlerinden kurtulması gerekiyor.

James Canton şirketleri ikiye ayırmış:
Gelecek engelli: Kuşaktan kuşağa devir olamayan şirketler
Gelecek uyumlu: Girişimciler
Gelecek engelli şirketin, gelecek uyumlu şirket ile arasında insan söz konusu olduğunda çok önemli bir farkı var. Gelecek engelli şirkette çalışanlar vardır. Oysa gelecek uyumlu şirketlerde çalışanlar yoktur, girişimcilik vardır. Girişimcilik için illa bir ofise ihtiyaç yoktur, insan hangi kurumda çalışırsa çalışsın, girişimci olabilir. 21. YY'ın bizden beklediği de bu.

21. Yüzyıl girişimcisinin özellikleri:
Otonom olacak: Aklını kullanacak ve kendi kendini yönetmeyi, kendi kararlarının sorumluluğunu almayı bilecek.

Filtreleyen ve Odaklayan olacak: Bilgi kirliliğinden arındıracak, iyileştirmeyi de öğrenecek, odaklamanın ustası olacak.

Değişimi kucaklayacak: 21. YY'ın en önemli şeyi belirsizlik, insan beyni en çok belirsiz bir durumla karşılaştığı zaman zorlanırmış.

İletişimden ziyade, mükemmel iş birliği becerilerine sahip olması gerekiyor.

Öğrenmeyi öğrenen yani yaşam boyu öğrenci olacak. Bilhassa 2006’da yayınladığı “Zenginlik Devrimi” adlı eseriyle adını daha çok duyduğumuz Amerikalı yazar ve gelecekçi Alvin Toffler şöyle diyor:

“Geleceğin cahili okuma yazma bilmeyen değil, nasıl öğreneceğini bilmeyen kişi olacaktır.” Öğrenmek önemlidir ama bunun için önce öğrenmeyi eğlenceli, zevkli ve ilham verici bir uğraş haline getirmek gerekir. Bunun için de insanın en iyi nasıl öğrendiğini kendinden doğru güzelce bir keşfetmesi lazımdır. İşte tam da burada yaşam boyu öğrenme kavramını devreye giriyor, diğer bir deyişle “epistemolojik açlık” yani öğrenmeye aç olmak.

Oldum demekten sıkılmak, oldum demekten var gücünle sıyrılmak. Zira, yerinde durursan hem de aynı bilgilerle durursan, fark etmesen bile geriye düşersin. İnsanoğlu kendi kendine en büyük cezayı “bilme ve öğrenme cesaretinden” uzaklaşarak verebilir. Şöyle bir tarihe bakıp “hantal dinozorların değil de esnek pumaların nesillerini devam ettirebildiğini” anlamazsan sen de küçük veya büyük fark etmez yaşam boyunca çok bedeller ödersin.

Aydınlanma dönemi düşünürlerinden Immanuel Kant'ın o meşhur sözü:
"Sapare Aude yani cesaret et!" diyor.

Kant'a göre insanlar çocukluktan çıkmalıdır. Çocukluk ise, ona göre, herhangi bir eylemin gerçekleştirilmesinde ya da herhangi bir konu hakkında düşünülmesinde başkasının boyundurluğunda olmak, birilerine sürekli itaat etmek halidir. İnsanlar akıllarını kullanabilirler ve içinde bulundukları durumun bilincine kavuşabilirlerse çocukluktan kurtulurlar. İşte bunun için de “aklını kullanmaya cesaret” edebilmelidir. Ancak böyle yaptığında “öğünmek” diye bildiğimiz eylemin hakkını yaşamı boyunca çok daha güçlü bir şekilde verecektir.

“Statükodan hoşnut olmaz” ise aynı ezberlerin durmadan peşinden gidersin. Öte yandan hiç düşünmeden kendini hele de bilgi düzeyini “en büyük rakibin” olarak gördüğün sürece her güne “bilme cesaretini” eklersin.

Sadece son üç ay yani Covid19 döneminde neler öğrendiğine iyice bir bakmaya var mısın? Köy Enstitüleri ruhuyla kollarını sıvamaya ve öğrenme yolculuğunda bundan sonrasında ne olursa olsun “hep çırak kalmaya” var mısın?

Öğrenmenin ve bilmenin güçlü bir yaşam tarzına dönüştüğü ortamlarda insanlar, en güzel filizleri veren ağaçlar gibi yaşama daha çok sarılır, inanır ve onun başrolünde olurlar. Bilmek ve öğrenmek, yaşamın ve yaşadıklarımızın adını çok daha güzel koymaktır.

Yaşamını artık daha fazla bilmeye, daha fazla cesarete, daha gayrete ve daha fazla hayrete ayırsana. Bildikçe ve öğrendikçe “akıl ve anlam mertebelerine” çok daha kolay bir şekilde çıkabileceğini anlasana.

Göreceksin bak; bilmek de cesaret de gayret de hayret de hep öğünmek ile başlayacak.

Sunumdaki Cesaret

Sunumdaki Cesaret

Lise yıllarım… Sınıfta öğretmenimiz büyük bir dikkatle ders anlatıyor, biz de pür dikkat dinleyip not alıyoruz. Derken kapı çalıyor. Gelen öğretmen (genellikle Türkçe öğretmenlerimizden biri), kibar bir şekilde, “Hocam, dersinizi bölüyorum, kusura bakmayın. Ama aşağıya 29 Ekim provaları için Nil’i rica edebilir miyiz?” diye soruyor. Ben, büyük bir keyifle ve prova aşkıyla Türkçe öğretmenime eşlik ediyorum. Sunum için salonda kürsünün arkasındayım. Elimde mikrofon. Öğretmenlerimin beğenisi ve destekleyici tavırları beni o kadar mutlu ediyor ki! İçimden hep aynı ses yankılanıyor: “Ne zevkli bir şey bu!”

Hikaye Değil, Hikayeni Anlat: İş Dünyasında İz Bırakmanın Sanatı

Hikaye Değil, Hikayeni Anlat: İş Dünyasında İz Bırakmanın Sanatı

Bir sahnedesin. Karşında şirketin en etkili isimleri, belki sektörün devleri oturuyor. Derin bir nefes alıp sunumuna başlıyorsun. Kelimeler, grafikler, veriler... Her şey akıyor. Ve sonra ışıklar sönüyor. Sahneden iniyorsun ve o an düşündüğün şey şu: “Nasıldım, iyi bir etki yarattım mı acaba?” İşte tam bu noktada hikayen devreye giriyor. Sunumlar sadece verilerle dolu PowerPoint slaytlarından ibaret değil. Sunum, kim olduğunu, neleri savunduğunu ve geride nasıl bir iz bırakmak istediğini anlatma fırsatıdır. Peki, o izi bırakmak için sunumlarını nasıl unutulmaz hale getirebilirsin? Anlatayım!

İşyerinde "Değer" mi Katıyorsun, "Eğer" mi Takıyorsun?

İşyerinde "Değer" mi Katıyorsun, "Eğer" mi Takıyorsun?

Hızla değişen iş dünyasında, liderlik anlayışı köklü bir dönüşüm geçiriyor. Artık liderlik, yalnızca iş sonuçlarına ulaşmak ya da bir ekibi yönetmekten ibaret değil; anlam yaratmak, çalışanlara ilham vermek ve kalıcı değerler oluşturmakla ilgili. Ancak bu noktada önemli bir ayrım yapmamız gerekiyor: İşyerinde gerçekten “değer” mi katıyorsunuz, yoksa “eğer” bahanesine mi takılıyorsunuz?

Kültür Robotları Yapay Zekâ Robotlarına Yol Mu Gösteriyor?

Kültür Robotları Yapay Zekâ Robotlarına Yol Mu Gösteriyor?

Kelimelerin sihirli olduğuna inanırım. Etkisi ve hakimiyeti var insanlar üzerinde. Bu nedenle de hangi etkiyi yaratmak istediğimize göre kullandığımız kelimeleri önce açıklamak gerekliliğine inanıyorum. Çünkü kelimenin bizim zihnimizdeki karşılığı ile okuyucunun zihnindeki karşılığı çok farklı olabiliyor.

Şefkatin Gücüyle İlham Vermek: Şefkatli Liderlik

Şefkatin Gücüyle İlham Vermek: Şefkatli Liderlik

Liderlik dediğimizde konu genelde strateji, kararlılık, karar verme, zeka ve bilgiye dayalı sonuçlar üretme perspektifinden anlatılır. Günümüz iş dünyasında ise bir liderin başarısı sadece elde ettiği finansal sonuçlar, ulaştığı iş hedefleri ile değil, aynı zamanda çalışanların moral ve motivasyonu, bağ kurma, organizasyona karşı oluşan bağlılık gibi kriterlerle de ölçülüyor.