UYANMAK
Vehbi Koç Vakfı’nın her yıl sırasıyla kültür, eğitim ve sağlık alanında verdiği Vehbi Koç Ödülü’nün bu yılki sahibi, Koç Ailesi üyelerinin ve konukların katıldığı törende açıklandı. Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kurulu; Prof. Dr. İpek Gürkaynak’ın başkanlığını yaptığı Seçici Kurul’un önerdiği üç aday arasından, 17. Vehbi Koç Ödülü’ne, eğitim alanındaki birbirinden başarılı çalışmaları ile Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’i layık gördü.
Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, üniversite eğitiminin yaygınlaşmasını hedefleyen Açık Öğretim sisteminin oluşturulması ve uygulamaya geçirilmesinin yanı sıra iki dönem rektörlük görevini de yürüterek, Anadolu Üniversitesi’nin gelişmesine önemli katkılar sağladı. Prof. Dr. Büyükerşen ayrıca, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın kuruluşu ve ilk projelerin geliştirilmesi sürecinde aktif görevler üstlendi.
Faaliyet gösterdiği her alanda, eğitimin ve gelişimin sadece eğitim kurumlarına ait olmadığı düşüncesiyle hareket eden Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Prof. Dr. Büyükerşen; bunun müzeler, sanat kurumları ve belediye merkezleri tarafından da desteklenmesi gerektiğini savundu. Bu anlayışla ve Köy Enstitüleri ruhuyla, Eskişehir’i tam anlamıyla yaşayan bir eğitim kurumuna dönüştüren yaklaşım ve uygulamalar geliştiren Büyükerşen, bu alandaki en sıra dışı isimler arasında yer alıyor.
Yılmaz Büyükerşen, bu anlamlı ödülü “hayatının en büyük aferini” olarak tanımlarken, teşekkür konuşmasını şöyle tamamladı:
“Her uyandığım günü, yeni bir maceranın başlangıcı olarak görüyorum. Kendimi Atatürk’e, onun ilkelerine, Cumhuriyet’e ve bu topluma çok borçlu hissediyorum. Hem de öyle bir borç ki, ömür boyu bitmiyor.”
Konuşmasını defalarca dinlediğim halde, şu bölüm benim dikkatimi en çok çeken sözlerden oluşuyordu:
“Uyandığımız her bir günü, yeni bir maceranın başlangıcı olarak görmek ve bu sırada öyle hissettiğin borçları ödemeyi bir türlü bitirememek.”
Bir yıl daha yani 2018 de böylesine hızlı bir şekilde geçerken, siz uyandığınız her bir güne umut adına, bilgi adına, öğrenme adına, ilerleme adına kendinizden doğru neler katarak başlıyorsunuz?
Odağımız ve enerjimiz (birbirine ortak olarak) nerede ise, hayatlarımız da orada gelişiyor ve güzelleşiyor. Hele hele, bir de kendinizi insana ve topluma borçlu hissedip, ödemeler yapsanız da böylesine anlamlı bir borcun kolaylıkla bitmeyeceğine inanıyorsanız. İşte o zaman, neye ve neden odaklanacağınızı bulup alışkanlıklar uykusundan kurtulup, uyanmayı yeni bir alışkanlık olarak kendinize katıveriyorsunuz.
“Duygusal Zeka” kavramının fikir babası ve kitabının yazarı Daniel Goleman, odaklanmasını bilen insanların üç temel başlıkta oldukça başarılı olduklarını söyler:
•
Dikkat dağıtıcılara rağmen yaptığı işe odaklanan insanlar, sezgilerini keskinleştirir, irade güçlerini geliştirir, dayanıklılık (resillience) seviyelerini artırır.
•
Odaklanma becerisini geliştiren insanlar, bu yetkinliklerini insan ilişkilerinde de kullanırlar. Daha empatik ve daha sağlıklı ilişkiler kurarlar.
•
Bunların yanı sıra bütün dünyada olup bitenlere odaklanarak (değerlerden uzaklaşmadan) farklı fırsatlardan yararlanmasını bilirler.
Bunca yıldır gördüğüm ve deneyimlediğim çok önemli bir gerçeklik var: Varlığını artırmaya çalışan insan, aslında hep hiçliğine ulaşmaya çalışan oluyor. Buna ulaşmaya çalışırken de, tıpkı Yılmaz Hoca’nın yaptığı gibi engin bir tevazu ile hareket ediyor. Ne olursa olsun, uyandığı her bir sabaha, inandığı değerleri ve peşinden koştuğu hayalleri katmayı bıkmadan usanmadan önemseyen insan “yaşarken izler bırakmayı” başaran oluyor.
Mevlana’nın çok sevdiğim bir sözü var:
“Yola çıkınca, yol kaybolur.”
Hedefler, hayaller, süreçler başta olmak üzere başarıya giden bilinen çok fazla yol var. Sonuçlara fazlasıyla odaklandığımız sürece, çıktığımız veya henüz içinde olduğumuz yolların derinliğini ve kıymetini kolay kolay anlamıyoruz. Ara sıra, başımızı kaldırıp yola ve yol arkadaşlarımıza daha çok odaklandıkça, hangisi olursa olsun o yolculuktan umduğumuzdan çok daha fazla şey öğreniyoruz.
Yaptıkları işe aklıyla ve gönlüyle odaklanabilen insanlar, geçmişin kaygılarından da gelecek endişelerinden de sıyrılıp yaşadıkları her bir ana odaklanmayı başardıkları için hem başarılı hem de mutlu oluyor. Alın terinin yanına, akıl terini ve gönül terini koyanlar, uyan(dır)mayı yaşamın en anlamlı, en umut dolu adımı olarak görmeye başlıyor.
Artık bilinç devrimini yaşıyoruz. Dünyanın her yerinde insanlar uyanıyor, birbirleri ile konuşuyorlar. Bu arada, yeni gelen nesiller ise bu dünyaya ve insana dair gerçekten iyi, anlamlı şeyler yapmak istiyor.
Odağınızda ve enerjinizde nelerin mevcut olduğunu bir düşünün. Birbirinden anlamlı birçok şey isteyebilirsiniz de sizin en güçlü hayaliniz ve en büyük borcunuz ne?
Siz neden yaşıyorsunuz yoksa yaşıyorum derken bile uyuyor musunuz?
Kendiniz, içinde olduğunuz toplum ve bu dünya için nasıl biri olmak istiyorsunuz?
Şu andaki gerçekleriniz o büyük hayalinize ne kadar hizmet ediyor?
Siz “hayatınızın en büyük aferinini” ne yaparsanız duyacaksınız?
Kendinizi borçla değil ama büyük bir sorumlulukla ne zaman ödüllendiriyor olacaksınız?/p>
Bu dünyada doğru insanı bulmak önemli de, doğru insan olmak artık çok daha önemli. Sırf bu yüzden, döktüğümüz beton toprağın altında kalacak olsa da, emek verdiğimiz onca şey hiç duyulmayacak olsa da güzel olmalı hem de çok güzel. İşimizi iyi yapmak kazancımızla değil her şeyden önce değerlerimiz ve karakterimizle ilgilidir.
İnsanın söylediklerinden evvel durduğu ve anlamlı duruşlar ortaya koyduğu zamanlar daha mühimdir. Bu yüzden, her yeni günde daha “doğru yerde, doğru zamanda ve hep doğru olmak” gerekir. Liderlikten bahsedebilmek için o meşhur konfor alanlarımızdan kurtulup “değişmeye ihtiyaç duymak” çok önemli. Vehbi Koç Ödülü benzeri çok anlamlı ödülleri hak etmek içinse her yeni sabahta daha çok uyanmak, daha çok uyandırmak gerek. Daha güçlü uyanıp yola çıktığımız sürece, araf ve korkularımızın yerini sevgi daha çok alabilecek.
Hadi, biraz uyanıp yola çıkın, yol da kaybolsun siz de. Yolu gözümüze kestirdiğimizde, ödüller vakıf veya başka bir yerden değil, bizzat hayatın içinden bize gelecek.
En büyük ödülümüz ne mi? İster işte ister ilişkilerimizde, en sahici, en insancıl ve en anlamlı aferinleri önce kendimize söyleyebilmektir.