TERAPİ
Binlerce yıllık tarihiyle İstanbul, çok sayıda din, dil, inanç ve etnik çeşitlilik sergileyen insanların gelip geçtiği, tarihine birbirinden farklı mozaikleri eklediği bin bir güzellikle dolu bir dünya kentidir.
İstanbul'u tam anlamıyla İstanbul yapan bu zengin ortamda, Rum, Ermeni ve Musevi topluluklarıyla Levantenler; Osmanlı İmparatorluğu'nun özellikle Batı'yla sıkı ilişkiler içinde olduğu 19. Yüzyılda, şehrin içinde bilhassa yoğunlaştıkları Fener, Kumkapı, Balat, Galata ve Pera gibi belirli bölgelerde; otantik yaşam biçimleri ile çok kıymetli izler bırakmışlardır.
Bu semtler arasında, İstanbul'un kozmopolit geçmişindeki yoğunluğunu fiziksel olarak günümüze en vurucu biçimde aktarıp, neredeyse halen yaşatan bölge, Galata ve onun uzantısı Pera ile İstanbul Boğazı’nın kıyısındaki en güzel semtlerden birisi olan Tarabya başı çekmektedir. Öncelikle “Pera ve Tarabya” isimleri nereden geliyor, bakalım.
Tarihi Yarımada’nın ve Haliç'in, yani tarihi Osmanlı surlarının karşısına denk gelen bölge, öteden beri Yunanca'da karşı yaka, öte anlamına gelen Pera adıyla anılmıştır.
Tarabya ise havasının temizliği, güzelliği sebebiyle Antik Çağ’da, önce Pharmacias sonraları Therapia (tedavi, iyileştirme) isimlerini almıştı. Semtin adı zamanla Tarabya şekline dönüştü. Bir diğer söylence ise, Padişah II. Selim’in (1566-1574) Boğaziçi'nde yaptığı özel gezilerden birinde, burada balık yediği ve çok beğendiği bu yerde hemen bir kasır yapılmasını, Sokullu Mehmet Paşa'ya emrettiğidir. Bu vesileyle, yerleşim bölgesine “keyif veren” anlamına gelen “Terabiye” adı verilmiş ve bu isim zamanla Tarabya adına dönüşmüştür.
Pera ve Tarabya isimlerinin günümüze varışlarındaki anlam yolculuklarını liderlik yolculuğumuza nasıl taşırız?
Günümüz yöneticilerinin şirketlerindeki diğer yöneticilere ve ekiplerine yaklaşım paradigmalarını “Pera” ve “Tarabya” şeklinde ikiye ayırmak mümkün. Bu ayırım, bir bakış açısı farkı. Yöneticiler, kendisi gibi olmayanları “karşı” gibi kabul ederken; ilişki ve diyaloglarının kendilerine iyi geldiği diğer yönetici ve ekiplere “terapi” ruhu ile yaklaşabiliyorlar.
Southwest Havayolları’nın onursal başkanlığını yapmış olan Colleen Barrett “nasıl bir anne çocuklarını, kendilerine has özellikleriyle sever ve desteklerse, lider de çalışanlarını böyle duygularla desteklediğinde, iyiliğe, başarıya ve mutluluğa ulaşır” diyor. Böyle bir anlayışta, Karşı yakada olarak kabul edilen kimsenin olması mümkün değil. Tüm çalışanlar, her konuda lidere sığınacak kadar güvenir; lider tüm çalışanlarla yakından ilgilenir ve onlara her durumda destek vermesinin başarıyı getiren ana unsur olduğunu bilir. Bu durum basbayağı terapi ruhu taşımaktır.
Bir liderin yönetim rotasında, ne kadar çok sevgi, bağlılık, güven, diyalog, iletişim kurmak gibi insani olguları başrole koymak; çalışanlarına yürekten hizmet etmek, içtenlik ve tevazu ile onların başarılı olmalarını desteklemek, ortak bir şekilde kararlar alabilmek ve güçlü bir anlam için ekibini harekete geçirme yetisine sahiplik varsa, o kadar güçlü bir etki ve başarı izi vardır. Yıllar önce Amerika’ya küçük bir sırt çantasıyla dil öğrenmek için giden Hamdi Ulukaya, ilk fabrikasını babasının desteğiyle kurmuş. Babasının, onu ziyarete geldiği bir sırada “Burada hiç güzel peynir yok, bizimkileri getirip satsana” demesiyle başlamış aslında bu macera. Ve iki yıl içinde de tam anlamıyla oturtmuşlar bu ürünü. Tam peynir işi düzene oturmuşken de Chobani’yi kurmaya karar vermişler.
Ulukaya, bir gün masasını toplarken eline, üzerinde “Makineleriyle satılık yoğurt fabrikası” yazan bir kağıt geçmiş. Çöpe atmış bu kağıdı önce ama yarım saat sonra gidip aramaya başlamış çöpün içinde. “O çöp kutusu hayatımın dönüm noktasıdır” diyor Ulukaya.
Bu kararında, fabrikasında çalışan 55 kişi etkili olmuş en çok.
“O insanlar bir ay sonra kapanacak bir fabrikada çalışıyorlardı ve gittiğimde işin hiç teklemediğini gördüm. İnsanlarda ne bir isyan, ne bir bıkma ya da moral bozukluğu… Çok etkilendim. Dedim ki “Bu insanlar kapanmak üzere olan bir fabrikada böyle çalışıyorlarsa yeni bir yatırımda neler neler yaparlar. Beni hiç yanıltmadılar. Dört yılda Amerika’nın en büyük süt alımını yapan fabrika olduk.” Bu cümleleriyle anlatıyor o günleri Ulukaya.
Markasının isminin altında yatan hikayeyi ise şöyle aktarıyor Ulukaya:
“Balkan ülkelerinde, Yunanistan’da falan ‘Choban’ aynı anlama geliyor. Çoban yani. Ben de bu kelimenin bu birleştirici özelliğinden etkilendim. Sonuçta çoban her yerde çoban, yoğurt her yerde yoğurt.”
Ulukaya “Chobani Shares” adı verilen ortaklık programından 26 Nisan 2016 tarihinden itibaren, yaklaşık 2 bin çalışanın yararlanacağını açıkladı. Yaptığı açıklamada böyle bir paylaşım adımının hep hayali olduğunu belirterek “bugün, Chobani için yeni bir sayfa açıyoruz. Şu andan başlayarak, hepimiz Chobani’nin geleceğinin önemli bir parçası olabiliriz ve bunu da ancak hep birlikte başarabiliriz” dedi.
Her şeylerin hatta hayallerin bile hızla tüketildiği bir dünyada, insanların her yeni sabahta, onları uyandıran ve mutlu kılan sahici bir amaca çok daha fazla ihtiyacı var. Bu amaca erişmek için ortaya koyacağı gayret süresince, yeterli ve değerli olduğuna inanmak asıl derinliği ortaya koyar. Böyle bir derinliğin ol(uş)maması halinde ise, sıradanlığa ve çoğunlukla vasata razı gelme halleri karşımıza daha çok çıkar.
Ekosistemler içindeki iletişim, suçlama (hata kimde) yerine “anlama” üzerine kurulursa her seviyede diyalog kurmak, bunu da ilişkilerimize taşımak son derece kolaylaşır. Çalışanlar, Pera yani karşı olarak algılandıkları ortamlardan, birlikte öğrenen, ortak akıl geliştiren ortamlara dahil edildikçe (tıpkı Chobani’de olduğu gibi) birlikte başarmaya daha çok inanır. Liderler duygularını fark ettikçe, kabullenip onlarla nasıl yaşayabileceğini, onları nasıl dönüştürebileceğini öğrendiğinde, bulundukları ortamları çok daha yaşanabilir kılacaktır.
Kurum kültürünün ve tüm çevresel faktörlerin, dinamiklerin iklimi nasıl etkilediğini liderlerin hiç gecikmeden fark etmesi gerekir. İhtiyaç duyulan enerjiyi ve olumluluğu sağlamak en anlamlı liderlik önceliklerinden biridir. Bunun için de, gerektiğinde silo kültürüne karşı durup keyif veren (Terabiye) bir ortamları oluşturmak liderliğin en sahici temsilidir.
Tıpkı Hamdi Ulukaya’nın yaptığı gibi, çalışanlarını mutlu etmek ve çıkabilecek tüm zorlukları onlarla birlikte aşmak liderlik kalitesini tesciller. Pera yani karşı gibi değil de, çalışanlara ve tüm paydaşlara Tarabya yani bir nevi terapi ruhuyla yaklaştıkça, birbirine bağlı, ortaklık bilincine sahip, yeterli ve değerli olduğuna inanan ekiplerle en büyük zorluklara, en güçlü umutlarla yelken açabilir.
Büyük usta Yaşar Kemal’in çok sevdiğim bir sözü var:
“İnsan, bu evrende gövdesi kadar değil, yüreği kadar yer kaplar.”
Gelip geçici pozisyonuyla, gövdesiyle ve gücüyle değil de, içinde sahicilik, bilgi ve insan dolu yürekler barındıran liderlik, sadece İstanbul Boğaz’ının değil hayatın da en güzel terapi halidir.