SIRADAN MÜKEMMEL BİR HAYAT
Oh be dünya varmış! Bu küçücük cümle neler anlatmaz ki…İçeriden yukarıya bir rahatlama hissi yayılır tıpkı sıcak bir yaz günü ikram edilen serin bir bardak suyu içtiğinizde ya da büyük bir özlemle sevdiğinize sıkı sıkı sarıldığınızda. Nihayet kavuştunuz işte, en çok ihtiyaç olana.
Yarım kalan işleri tamamladığımızda da bu hissi yaşıyoruz. Bazen sevmediğimiz işleri yapmak zorunda kalıyoruz. Elimizde sürünüyor adeta. Bazen de karar almayı, eyleme geçmeyi erteliyoruz. Bu sırada zihnimiz çok yoruluyor, çünkü sürekli yarım kalan işlerle meşgul. Kafamızda bozuk plak gibi dönüp duruyor. İş bitince, zihnimiz de bu meşguliyetten kendini kurtarıyor. Tamamlayalım gitsin o zaman.
Bazen de içimizden gelir, bazı işlere dört elle sarılırız. Bunları yapmak için öyle hatırlatıcı, son tarih, vs. hiç ihtiyacımız olmaz. Su gibi akar, gece geç vakit ya da sabahın en erken saati olsa da kalkar yaparız. Çünkü bunlar doğal ve kolay gelir. O zaman belki de kendimize sormak gerek. Ben hangi işleri zorlansam bile severek yapıyorum, hangi işlerde ya da uğraşılarda gerçekten kendimi bile unutuyorum. Benim için yazmak böyle mesela. Kolay değil ama zorlanmak da güzel geliyor. Bu soruların cevabı özellikle kariyer yolunu seçmekte veya değiştirmekte işe yarar diye düşünüyorum. Çocukluk hayallerimiz var ya, işte onlara bakmak gerek. İpuçları orada. Böyle düşününce kendi sesimi duyuyorum: “ben öğretmen olacağım, ben öğretmen olacağım”. Öğretmen değil ama ömür boyu öğrenciyim işte.
Bugünlerde çok çalışıyor, çok geriliyor ve çok yoruluyoruz. Adeta stresden ölüyoruz. Kusursuz olmaktan vazgeçip kendimizi olduğumuz gibi kabul etmek daha da önemli şimdi. Bir konuda gelişmek istediğimizde kaygıyı, endişeyi bir kenara bırakıp başlamak gerek. Belki çok başarılı olmayacak ilk seferinde. Olsun, kimin umurunda. Denemeye değer. Öğrenmenin en güzel yolu denemek. Öğrenme sürecinde “bitti, tamam” diye bir şey yoktur ki. Sadece öğrenmek vardır.
Bunun için mükemmel olmamız da gerekmiyor. Küçük bir adım ile başlayalım yeter. Bugünlerde Japon kültüründeki “wabi-sabi” felsefesiyle tanıştım. Hayatın her tarafına sinmiş aslında dekorasyondan, sanata kadar hayatın içinde. “Wabi-sabi doğallıktır; şeylerin en doğal, en özgün olma halleridir.” diye tanımlanıyor. Bu bilgeliğin özünde kusursuz olmaktan vazgeçip kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeyi öğreten bir yaşam dersi var. Bizi biz yapan dokularımızın, kusurlarımızın ve başarılarımızın yanyana olması hali. Sıradan ama bu haliyle mükemmel zaten. Çünkü özümüz çok güzel. Wabi-sabi felsefesi der ki “Mükemmellik bir efsanedir. Siz olduğunuz gibi kusurlarınızla mükemmelsiniz.”
Bir adım daha ileriye taşırsak kusurlarımız bizi yeni denemelere, yeni öğrenmelere taşır, öğrenme merakımızı taze tutar. Her şey tam ve eksiksiz olduğunda ne için çalışacağız ve neyi merak edeceğiz ki? Her şey mükkemmel olsun diye beklediğimizde o güzelim hayallerimizi de erteliyoruz. Ne gereği var. Bırak aksın.
Her şey değişiyor. Hayat bu, aynı kalmaz. Kiminin değişimden ödü kopar, kimi değişim için zıp zıp zıplar, bazen bir kaçıştır ne de olsa, kimi de değişimin farkına varır ama korkar, bir türlü eyleme geçemez. Siz bunların arasında neredesiniz? Esnek olmak, değişimi kabul etmek kolay değil ama bizi hayata bağlayan da bu aslında. Üstelik, bu sırada öğrendiğimiz yeni şeylerin haddi hesabı yok.
Peki o zaman, geçmişe veya geleceğe tutunmak yerine kusurlarımızla anda kalabilmek, sıradan mükemmelliğimizi kabul edebilmek için bakış açınızda fark yaratmaya var mısınız? Neden mi? Böylece kendimiz dahil her şeyin ve herkesin fani, kusurlu ve eksik olabileceğini kabul edip sonunda “oh be dünya varmış” diyebilmek için. Hadi o zaman kendimize ve sevdiklerimize yargılarla değil, gönül gözüyle bakmaya davet ediyorum sizi. Var mısınız?