Sınırlar: “Ne Zaman Evet, Ne Zaman Hayır” Diyeceğiz?
Bazen sınırlarımın ihlal edildiğini düşünüyorum. Çoğu zaman da en yakınımdaki kişiler tarafından. Bunun farkına varıyorum, önce üzülüyorum, sonra kendi kendime gülüyorum. İyi de niye üzülüyorsun ki? Buna izin veren sensin. İşte bu yüzden bu konuyu okumaya, anlamaya ve paylaşmaya niyetlendim. Şunun farkındayım çünkü. Sınırlarım ihlal edildikçe tadım kaçıyor.
Nedir bu sınırlar, nasıl çizilir, ne anlatır bize? Neden önemlidir peki? Sınırların olmadığı bir yaşam nasıldır? Sondan başlayalım. Sınırların olmadığı yaşam, aslında “başkalarına evet; kendimize hayır” dediğimiz yerdir. Başkalarına neden “hayır” demekten kaçınıyoruz peki? Örneğin sevilmeme korkusu, “hayır” demenin bencillik olduğuna inanmak, sevdiklerime nasıl hayır derim inanışı, söyledikten sonra azap duymak, vb. Tanıdık geliyor mu? Yılbaşı tatili için yurtdışından gelen, yakın bir arkadaşıma ancak ertesi hafta görüşebileceğimizi söyledikten sonra duyduğum iç sıkıntısını dün gibi hatırlıyorum. Peki, şu da tanıdık geliyor mu? Bazen yakınlarınızın isteklerine, ihtiyaçlarına ya da öneri adı altında size uyguladıkları neredeyse duygusal şiddete “hayır” diyemeyip “tamam canım, neyse artık” dedikten sonra, içten içe öfkelendiğinizi, hatta kendinizi rahatlatmak için evet dediklerinizin acısını başkalarına anlatırken kendinizi yakalıyor musunuz?
O zaman önce temel soruya bakalım. Sınır nedir? Sınır, kendi ihtiyaçlarının farkında olmak demektir. Tabi bu da kişinin kendisini tanımasıyla yakından ilgilidir. Sınırları belirleyen sihirli kelime “hayır” kelimesidir. Başkalarından ayrı olduğumuzu ve kendi ihtiyaçlarımızın olduğunu net olarak gösterir. Sınır çizmek duvar örmek değildir. Canlı, alış verişin devam ettiği hatlardır. Birbirimizi duyar, görür ve anlarız. Örneğin aşırı uyumlu olacağız diye sınırlarımız zayıf olduğunda, başkaları bizi kontrol etmeye, yönlendirmeye başlar, kolaylıkla ikna edebileceklerine inanırlar. Halbuki sınırlar bizim alanımızı belirler. İçeriye neyin girip ve neyin çıkması gerektiğini bu sayede düzenleriz. Dr. John Townsend ve Dr. Henry Cloud tarafından kaleme alınan “Sınırlar” isimli kitaplarında şu metafor yer alır: “Sınırların “nefes alınabilinir” olmaları, kapıları bulunan çitler gibi iyiyi içeri alabilecek ve kötüyü dışarı çıkarabilecek şekilde olmaları gerekir. Sınırlar yerine duvarları olan bireyler ne iyiyi, ne de kötüyü içeri alabilirler. Onlara kimse dokunamaz.
Sınırlar kendimizi tanımlamak için vardır. İlişkilerimizde kim olduğumuzu ve kim olmadığımızı anlatır; aynı zamanda sorumluluklarımızı belirler. Tıpkı iki arsa arasında varolan sınırların her iki mal sahibinin sorumluluklarını belirlediği gibi. Önce kendi mülkümüzden sorumluyuz. Dolayısıyla sahip olduğumuz sınırlar sayesinde kendi alanımızı, yükümlülüklerimizi tanımlarız. İşte sınırlar zayıf olduğunda komşu arazi sahibinin bizim topraklarımızda serbestçe gezindiğini görürür, bundan rahatsız oluruz.
Sınır çizmek idare etmek, mış gibi yapmak yerine kendi istek ve arzularımızı sağlıklı ve güzel bir iletişim içinde paylaşabilmek demektir. Yoksa bazen yanlış anlaşıldığı gibi itaatsizlik, bencillik, başkalarını incitmek, köprüleri atmak ya da öfkemizi göstermenin bir yolu kesinlikle değildir. İlişkide kendimiz olabilmemiz demektir. Lütfen bir deneyin. Fazla düşünmeden her zaman “evet” dediğiniz o çok sevdiğiniz kişinin istek veya önerisine bu kez “hayır” demeyi deneyimleyin. Emin olun ki şaşırtacaksınız. Sizden gelmesi ihtimali az olan bu tepki karşısında afallayabilir ve alacağınız tepki farklı olabilir. Ama siz aldırmayın, kendi istekleriniz ve kendiniz için hayır deyin. Elbette kuru bir hayır demek değil bu. Gerekçelerinizle birlikte düşündüğünüzü cesaretle ama kırmadan söyleyin. Emin olun çok iyi hissedeceksiniz. Deneyin lütfen.
Biz insanlar ilişkilerimiz olmadan yaşayamayız. Birbirimize güven duyduğumuz, destek olduğumuz ilişkilere yaşamsal olarak ihtiyaç duyuyoruz. Ama tersi de geçerli. Kendimiz olamadığımız, başkalarının isteklerine esir olduğumuz ilişkiler ise bizi tüketiyor. Buradaki önemli nokta bağlarımızı bağımlılıklara dönüştürmemek aslında. Bunun yolu ise sınırlarımızı çizmekte yatıyor. Sınırlarımızı belirlemezsek esaretimiz devam ediyor.
Peki, şimdi de sınırları nasıl çizeriz diye düşünelim. Sınır çizmek için bazen fiziksel mesafe, bazen duygusal mesafe, bazen de araya zaman koyarız. Bazen kelimelerimizle sınır çizeriz. Örnek verelim: Hayır, sana katılmıyorum. Olmaz, tercih etmiyorum, vs. Seçimlerimizin sorumluluğunu üstlendiğimiz sürece sorun yoktur. Çünkü sınır çizmek bir seçimdir. Kendi ihtiyaçlarımızı karşılamak bizim sorumluluğumuzdur. Sınırlar değişmez değildir. Elbette şartlar değiştiğinde, örneğin daha çok güvendiğinizde karşılıklı olarak sınırları yeniden çizmek isteyebilirsiniz. Yeter ki istemedikleriniz için “hayır” deme cesaretini kendinizde bulun ve gerektiğinde söylemekten kaçınmayın.
Sınırlar konusu kişinin kendisini tanımasının yanısıra kendisine değer vermesiyle de çok yakından ilgilidir. Çünkü siz değerlisiniz. “Bir insanın en büyük hatası başkalarına gereğinden falza değer vermek değil, kendisine hakettiğinden daha az değer vermektir.” der Gabriel Garcia Marquez. Sınırların aşılmasına izin vermek de bu yüzdendir zaten. Başkalarını değiştiremeyeceğimize göre işe kendimizden başlayacağız. O zaman sorumuz şu olmalı. Şimdiden sonra kendi sınırlarınızı keşfetmeye var mısınız? Sizin sınırlarınız nerede başlayıp nerede bitiyor? Buna göre yaşamaya ve sorumluluk almaya hazır mısınız? Sınırlarınızı korumak için bundan sonra neleri farklı yapacaksınız?
Sınırları sağlam, güzel ilişkiler içinde yaşamak dileğiyle..