LEGO
Son zamanlarda İstanbul dışı konuşma ve programlar yoğunlaşınca, çok daha yoğun bir şekilde uçmaya başladım. Bu uçuşlar sırasında Türk Hava Yolları’nın yepyeni bir uçak içi emniyet filmi hem kurgusu hem de eğlenceli haliyle çok ilgimi çekti, çekmeye de devam ediyor.
Lego markası, Danimarka Billund’da çok uzun yıllar marangozluk yapan Ole Kirk Christiansen’in 1932 yılında atölyesinde yaptığı tahta oyuncaklarla başlamış olan büyülü bir hikaye aslında. 1934 yılında kurulan şirket ismi LEGO’yu Danca olan “leg godt” kelime grubundan alır, bunun anlamı ise “iyi oyna”dır. 1947 yılında plastik oyuncaklar üreterek işe başlayan, yenilikçi ürünlerini çok geniş bir coğrafyaya sunan bir markadır.
1949 yılında birbirine geçen oyuncak tipini üretmeye başlayan şirket, o kadar otantik bir tasarım ve üretim dehası gerçekleştirmiştir ki, o zamanlarda üretilen parçalar bugün bile üretilen parçalarla bir araya gelebilmektedir. Bu sırada marka, farklı filmler, oyunlar, yarışmalar ve LEGO diyarları ile oldukça geniş bir müşteri portföyüne ulaşıp bütün dünyada çok güçlü bir itibar kazanmıştır.
En küçük ve bir o kadar da birbirinden sevimli film karakterlerini bir araya getiren bu emniyet filmi, adeta iki büyük markanın gelecekteki iş birliklerine dair çok da önemli ipuçları veriyor. Filmin sonuna doğru THY hostesini temsil eden Lego şöyle diyor:
“Harikaydı çocuklar, hadi dünyayı keşfedelim.”
Ne kadar kısaysa o kadar çok şey hatırlattı bu film bana. Hayatlarımız da aslında iç içe geçen parçalardan ibaret. Okuduğumuz okullar, tamamladığımız kurslar, elde ettiğimiz başarı veya başarısızlıklar. Bunların hepsi iç içe geçtiğinde bir nevi biz kendi legolarımızı kurmuş oluyoruz.
Bu legolar her birimiz için bazen çok renkli, bazen de tekdüze olabiliyor. Bir plan yapmadan ya da bir düş kurmadan başladığımız da oluyor, her bir parçayı birleştirdikçe adım adım yaptıklarımızdan yani yaşadıklarımızdan (az veya çok) bir şeyler öğrendiğimiz de. Umutla beslenmeyen bir sabra sahip olduğumuzda çok çabuk tükendiğimiz de.
Bir gün geliyor kendimizi oldukça yorgun hissediyoruz. Kollarımızın, enerjimizin ve yüreğimizin eski güçlerinde olmadığını er veya geç fark ediveriyoruz. İşin kötüsü de bu durum gerçek de olsa, sanal da olsa, çok çabuk inanmayı seçip oyalanıp duruyoruz. Bu sırada, yeni ya da anlamlı bir şeyler yapmak yerine, şikayet etmekten kolay kolay vazgeçmiyoruz. Gelip geçici hırslarla, pozisyonlar ve oyunlarla meşgul olurken hayata dair gayemizi keşfetmekten uzaklaşıyoruz.
Küçük büyük her şeyin, her zaman planladığımız gibi sürüp gideceğine, belki de kolay kolay ölmeyeceğimize inandıkça kendi rengarenk logolarımızı inşa etme deneyiminden uzaklaşıp duruyoruz. Ancak cesaret edemeyeceğimize inandığımız şeyleri yapmaya yeltendikçe parçaları birbirine geçirmeye başlıyoruz.
Hayatımız, yaşamayı becerebildiğimiz sürece, bir şölendir. Zira, yaşarken en önemli şey hayatta olmanın bizzat kendisidir. Üzerine en çok konuşacağımız şeyin adıysa içimizden gelecek çok güçlü bir nefesle “yaşadım” diyebilmektir. En umutsuz anlarda bunu aklımızda tutmak kendimize verebileceğimiz en anlamlı hediyelerden birisidir. Yaşam bize mazeretler sunmaz, mazeretler bize aittir.
Lego oynayan çocuklar parçaları birleştirirken, eğer birkaç çocuk birarada iseler, sürekli fikir alışverişinde bulunuyorlar. Tek başına yapamadığı parçaları, bir araya geldiklerinde çok daha çabuk yapıyorlar. Evet, tam anlamıyla bir sinerji oluşturuyorlar. Özellikle tezat kavramları bir arada öğreniyorlar. Büyük – küçük, ince – kalın, dar – geniş. Renkleri çok daha çabuk kavrıyorlar. Her bir Lego parçası dünyadaki bütün Lego parçalarıyla uyumlu, bundan daha büyük kolaylık olabilir mi?
Lego ile oynayan çocuklar ve yetişkinler birbirleriyle iletişim hatta etkileşim halinde olmayı öğreniyorlar. Birisi diğerine o oyunu neden öyle kurduğunu güzel güzel anlattığında çok farklı bir iletişim haline geçiyor. Dolayısıyla, çok farklı yaş gruplarından insanların sosyalleşmesi için de bir fırsat Lego.
Yaşam boyunca kendi legolarımızı kendi istediğimiz gibi yapmak kadar çok az keyif var aslında. O legoları yaparken, inandığımız yollarda ve yolculuklarda ilerlemek, büyümek ve en sonunda da bunların bir karşılığını alabilmek. Kendi varlığımızın daha güçlü bir sesi olabilmek, bunu yaparken de varlığımızla yaşadıklarımıza daha çok derinlik katabilmek.
Lego emniyet filminin son saniyelerindeki şarkının sözleri ise şöyle:
“Şölene katılalım, göklerde uçalım.”
Biz ruhumuzu sağlam tutarsak, ruhumuz da bize sağlamlık ve anlam katar. Tüm dünya, yaşamdaki yolculuklarımız boyunca geçtiğimiz her bir yer, tanıdığımız her bir insan ne olursa olsun düşlerimizden ödün vermemek adına fırsatlar sunar. Takatimiz kalmadığı, mecalimizin tükendiği anlarda bile yılmadan kendi legolarımızı yapmaya çabalamak bizi yaşamın o meşhur şölenlerine katar.
Yepyeni bir yıl daha yaklaşıyor. Dünyayı keşfetmeye yani içinizden gelen en güzel legoları, birlikte yapmayı en çok istediklerinizle yapıp şölene katılmaya var mısınız? Kimilerinin “öğrenilmiş çaresizlik” dediği şeyleri unutup en güzel legolarla, mutluluğun mümkün olduğunu öğrenmeye hazır mısınız?
Birey, takım, şirket, aile, dernek veya organizasyon. Hangisinden ne kadar sorumlu (sorunlu değil) hissediyorsanız, oradaki halinize en gerçekçi halinizle bir bakın. Akıl, düş, niyet, cesaret, emek, dirayet ve ehliyet. Bunlar benzeri kendinizdeki bütün kıymetli lego parçalarına bilhassa da belirsizliğin, arafların yoğun olduğu zamanlarda en güzel şekilde sahip çıkın.
Siz karar verin: Yapmak istediklerimizin hepsi ya birer hayal olarak kalacak ya da birbirine geçen o güzelim parçalar hayat denilen oyunu daha iyi, daha renkli ve hep daha çok istediğimiz gibi oynamamızı sağlayacak.