Qmark Danışmanlık A.Ş.
Qmark Danışmanlık

HEYECAN

HEYECAN

Heyecan dediğin şey varsa, ortada (küçük veya büyük) bir anlam var. Anlamın olduğu yer ve zamanlarda kolay kolay bitmeyen bir heyecan... Yaşamı karşımıza değil de çok güçlü bir şekilde yanımıza almamızı sağlar.

Yaşam dediğin şey, ta doğum anından başlayarak, heyecanla tam bir etle tırnak halindedir. Gül bahçesi vaat etmese bile sürprizleriyle kalp atışlarını (sağlıklı bir şekilde) hızlandırabilir. Kah dümdüz kah inişli çıkışl yollardan geçerken bir pusula kıvamında adımlarına derinlik ve çeviklik katabilir.

Düşünsenize bir, sizden neler alıp götürdü heyecansız birbirinin benzeri tüm yaşanmışlıklar, şu ana dek olanlar ve bir türlü olmayanlar?

Ya sizi düşlediğinizden de öte bir yerlere alip götüren o güzelim heyecanlar?

Heyecan dediğin şey güçlü bir yakıt gibi oracıkta dururken kaygı, güvensizlik ve acı benzeri duygu ve durumlar seni yavaşlatıyor ya da olduğu gibi menzilinden ediyor.

Öyle çok değil şöyle biraz heyecan duyduğun anda sana "her şeye inat, haydi" sözlerini tam da yüreğinden söyletiyor. Bu konuda bir şeyler yazmaya başlarken, yıllar önce onu tanıdığım ilk andan itibaren heyecanına hep tanıklık ettiğim sevgili Alper (Dalkılıç) geldi. Hemen kendisiyle iletişime geçtim ve birkaç soru sordum:

"Senin için, koşmak bir heyecan mıydı yoksa bitmek bilmeyen bir macera mıydı Alper, hangisi daha ağır bastı?" "Hocam, bana göre koşmak insanlığa verilmiş en büyük yetenek ve fIrsatlardan biri. Koşarak dünyayı hatta dünyaları turlamak desem, ne dersiniz?

Ben iyice merak edince, Alper de "Peki o zaman başlayalım." dedi. "Koşmaya ailemin beni iteklemesi ile başladım ve kendileri de koşmanın buraya kadar varacağının farkında değildi. Üniversitede okuyan ablamın İstanbul’a geldiği zamanlar spor yapmak için çıkması, halı sahada atılan kısa koşular (jog) sırasında annemin ‘Ablanı yalnız bırakma sen de çık onunla koş.’ sözü üzerine ben de uykumdan feragat edip başladım koşuya. Koştukça da “Sıradaki kıta neresiydi?" soruları içinde kendimi buldum. Yaz macerası olmayacaktı elbette. Üniversiteye Bursa'ya gitmem üzerine orada başladığım spor salonu çevresi koşuları kampüs içinde koşulara dönüştü ve sonrasında koşmadan duramaz haldeydim. Üniversitedeki oda arkadaşım bazen beni stresli görünce 'Sen bir çık koş.’ derdi. Koşu bir bakıma motivasyon ve de yenilenme en önemlisi, ‘heyecan' kaynağımdı. Bir de muhteşem ötesi ve koşu öncesinde kilolu olan iştahımı dizginlemek anlamında önemli bir unsurdu.

İnsanlık her daim ileriye adım atar ve yerinde duramaz, bende de böyle oldu, halı saha, spor salonu, kampüs çevresi... Turlar, büyümeye, kıtalararası maratonlara ve de maraton mesafesinden uzun mesafelere evrildi.

Koşmadan olmuyordu, maratonun doğduğu kasaba olan Maratonas'tan Atinaya olimpiyatların yapıldığı ilk stadyuma koşarak bu hazzı yaşamak ve devamında mesafelerin artışı... Nefesime biraz daha heyecan ve cesaret katmaya başladıkça, o güçlü adımların ve fulelerin bana kattıkları...

Şehir yaşamı yanında doğada birbirinden eşsiz patikalarda inanılmaz güzel coğrafyalarda hem koşar, hem de yüzlerce sporcuyu koşturur oldum. Tüm anlattıklarım sipariş verdiğiniz enfes bir yemeğin kısa süre sonra masanızda olması, sizin porsiyon boyunca aldığınız haz ile yemegin son lokması sonrasında damakta kalan hoş lezzet ile sınırlı gibi, bu kadar kısa değil.

Yemeği yapanın verdiği onca emek, özveri, alın teri ve heyecan derken her şey var. Ortaya çıkan sonuç: Her daim birbirinden güzel sofralar gibi bizlerin koştuğu yollar ve coğrafyalar. Her daim yeni maceralar ve acaba şimdi ne olacak? heyecanıyla geçiyor hayatımız. Heyecan dediğimiz şey aslında ‘o meşhur keşke’leri” söylememek adına ilacımız.

Şimdilerde "Nasılsın?” sorusuna yanıtım ‘Koşturmaca işte, ne olsun!' benzeri diyaloglar bizimle öylesine uyum içinde ki 7/24 koşu ve koşuya dair her şey büyük bir heyecanla hep kanımda dolaşıyor. Koşmadığım gün içimi tekdüzelik ve sıkıntı kaplyor ama kalkıp bir koşarsam onlar da hemen ortadan kayboluyor.

Ne kadar büyük bir heyecanla istediğinize ve gerçekten neyi ne yapmak istediğinize önce siz karar vermelisiniz. Yıllar öncesinde ofiste masamdaki telefon çaldı, arayan iş yeri hekimiydi, Aylin; 'Hadi hazırlan! diyordu. Bir haftalık bir ultra maratonun bizi beklediğini, -sıkı durun- bir hafta içinde 250 km'yi sırtta bir hafta içinde yiyeceklerimiz ve ihtiyaçlarımız ile dolu bir çanta ile koşacağımızı ve bunu Ailemizdeki kadınlar, yani annem ve ablamdan sonra benim de başarabileceğimi söylüyordu.

Ailemizdeki kadınlar yani annem ve ablamdan sonra Aylin de benim için önemli kadınlardan biridir. Bu bitmek bilmeyen heyecanla birlikte beni birbirinden farklı kıtalara sürükledi ve bu süreçte rüzgar, hayatımda bambaşka açıdan esmeye başladı. Rüzgar usul usul bana heyecan ile ilgili bir şeyler anlattı.

Rüzgara kapılmış gidiyordum, ne olursa olsun heyecanımı bastırmamalıydım. İnanın bastırmadım da. O ilk gün adımlarımı attığımda, yerimden kalkmanın önemini anlamaya başlamıştım.

250 km’lik Likya Yolu macerasından sonra gözümü çöllere diktim ve vazgçmeyecektim. Yüksek maliyeti dolayısıyla tek başına gerçekleştirmem zordu ancak vazgeçmedim, daha önce koştuğum mesafelerden daha fazla 300 yere, onlarca mesaj gönderdim, yılmadım. Her defasında müthiş heyecan içinde bekledim, gelen olumsuz yanıtları bile defalarca okuyor, Nasıl bu yanıtları olumluya çevirebilirim?' diyordum."

Alper, büyük bir heyecanla 2011 yılının Haziran ayında katıldığı Gobi Çölü Maratonu'ndan başlayarak dünyanın dört ayrı kıtasında gerçekleşen, bir hafta süren ve 250 km mesafe koşulan dört ultra çöl maratonunu (sırasıyla Atakama Çölü, Gobi Çölü ve Sahara Çölü ultra maratonları ve Antarktika maratonu) başarı ile tamamlayarak çok önemli bir ilki gerçekleştirdi.

Grand Slam'a (aynı takvim yılı içinde dört ultra maratonun tamamlanması) ilk defa bir Türk sporcunun adını gururla yazdırdı. Bunu yaparken sadece başarılı ve mutlu anları değil, aynı zamanda nice başarısızlık ve düşüş yaşadı. Sadece, düştüğü çukur ne kadar derin ve zorlu olursa olsun, hep ayağa kalkıp heyecanına sahip çıkmayı başardı.

Beşinci kıta olan Avustralyadaki “The Track Outback Race" adlı etkinlik 520 km'lik mesafesi ile dünyanın en uzun yarışı olarak kabul edilmektedir. Alper'e o yarışta bir kameraman da eşlik etti ve çekilen tüm görüntüler ile belgesel film oluşturuldu.

Avrupa kıtasında İzlanda ve Kuzey Amerika kıtasında Büyük Kanyon ultra maratonlarını da başarıyla bitiren Dalkılıç, #7kıta7ultramaraton Projesi'ni de yine çok büyük bir heyecanla tamamladı. Alper, takip eden süreçte kitap, sergi ve sunumlar ile anılarını paylaşacak, bunu da hem biliyor hem de cok istiyorum.

Heyecanı çok güçlü ve sürekli olduğu için, Alper büyük hayallerini büyük bir anlama dönüştürme şansını kendi kendine oluşturdu. Evet, etrafında sayısı oldukça az olan çok önemli destekçileri olsa da her şeyin başrolünde hep kendisi oldu. Baştaki o heyecanına sonuna dek hep sahip çıktı.

"Anlamı" çoğaltıp hayatınızda bir iz bırakan adlara bir bakın. Onların odaklarında hep güçlü bir heyecan vardır, heyecanlarında da çok özel bir odak. Yani, daha yataktan kalktıkları anda bir heyecan vardır ruhlarında. O heyecan da kolay kolay kaybolmaz yaşamları boyunca. Bir şeyi tetiklemenin ve onu sürdürebilmenin en önemli araçlarından birinin heyecan olduğuna hep inanırlar.

Heyecan "duygu ve enerjiyi" buluştururken aynı zamanda bir motivasyon (güdü) aracı olarak da hayatımızı kolaylaştırır. Heyecan, bir şeylere (hatta çocuklar gibi) bağlanmanın adıdır. Belleğinde depoladığın "en anlamlı olayların" kaynağıdır. Hayata dair ağrılarını ve acılarını bir nebze de olsa azaltmanın ilacıdır.

Afroamerikan bir papaz, Amerikan yurttaş hakları önderi olan Martin Luther King, binlerce insanı, 28 Ağustos 1963 tarihinde Washingtonda büyük bir buluşmaya davet ederken “Benim bir planım." var değil de çok büyük bir heyecanla: "Benim bir hayalim var." dedi.

Daha en baştan kendisi büyük bir heyecanla ne hissediyorsa onu davetinin içine büyük bir duygunlukla (duygusuna sesini) eklemeyi ihmal etmedi. Peki ya sen, sadece bir "günaydın, iyi akşamlar veya iyi tatiller” derken sözlerine ne kadar heyecan katıyorsun? Bunları ne kadar kalpten yapıyorsun?

Heyecan dediğin şey, yüreğini ve nefesini anlamlı bir şeyler için koşturmaktır. Sevinçlere ve umutlara dair yeni sayfalar açmaktır. İşine gelenleri işitmekten ve hissetmekten yana olmamak hatta buna da karşı durmaktır.

Sen de yola koyulmak için illa çevrendeki Aylin benzeri adların (sana özel bir) davetini mi bekliyorsun yoksa kendine özel bir davetiye mi çıkartıyorsun? Davetiyeyi sen çıkartırsan eğer güneşli günlerinin sayısını çoğaltıyorsun, en azından bunu deneme cesaretini gösteriyorsun.

Heyecanı ruhuna kattın mı, çocukluğuna dair özlediğin parka gitmiş ve en sevdiğin oyuncağa binmiş gibi oluyorsun. Nicedir yaptığın bir şeyden yaşamına "bahaneler eklemekten" artık vazgeçiyorsun.

En kuytularına saklanmak yerine (Nazim Hikmet'in dedigi gibi) sol memenin altında yatan cevahire daha iyi baksana, "Heyecanı son günlerde hayatıma kattım mı hiç?" diye durmadan kendine sorsana. Heyecanın olduĝu yerde (nicedir bekledigin) ilham,enerji ve yenilik var. Yaşamına biraz daha katmayı denedikçe heyecan senin en zor zamanlarında bile kanatların olacak. Nicedir sen'le olan yorgun ve suskun sözcüklerin sayısı azalacak.

Sen heyecanına biraz daha çok sahip çıkarsan, yılgınlık ve umutsuzluk sana sahip olmayı artık bırakacak. Düşlerin veya eksiklerin de tamamlanacak belki de. Aklında olanlar, sahip çıkacağın o güzel heyecanın sayesinde, bundan sonra uzaklara veya gölgelere o kadar kolay kaçmayacak. Yaşamaya dair en güzel şeyleri balmumuyla kaplamak yerine uslanmamayı, senden bir şeyler çalan belirsiz şeylerden biraz uzaklaşmayı denesene. Gelip gecici bir ömür yerine yaşadıklarının içine biraz daha ritim ve heyecan ilave etsene. Günlerin içinde yuvarlanmak yerine günlerin içine heyecanına dair anlamları eklesene. Geçici olan şeyleri değil de iyi ve sürekli ne varsa onları kendine yüklesene.

En sonunda hatırladığımız, ruhumuzda kalan o tattır, hissettiğimiz o heyecandır.

Bir şeyde anlam varsa heyecan da vardır. Yaşamın, liderliğin ve güzelliğin her yerinde heyecanın katılacağı her sevde de daha çok anlam... Bazen en güzel ayakkabılarla bazen de yalınayak koşsan da buram buram kokan bir anlam.

Hayal kurmak serbest, yeter ki senin o heyecanin yaşayacaklarının rengini de kokusunu da bir güzel değiştirsin. Yaşarken senin hesabına düşen şeylerin sayısı ve huzuru benliğine hep iyi gelsin.

Vasatlığa teslim olma ne olur, sen de yaşamın boyunca hangi konuda koşmak istiyorsan, kendinden doğru "en heyecanlı adımlarla” koşmaya başla.

Kültür Robotları Yapay Zekâ Robotlarına Yol Mu Gösteriyor?

Kültür Robotları Yapay Zekâ Robotlarına Yol Mu Gösteriyor?

Kelimelerin sihirli olduğuna inanırım. Etkisi ve hakimiyeti var insanlar üzerinde. Bu nedenle de hangi etkiyi yaratmak istediğimize göre kullandığımız kelimeleri önce açıklamak gerekliliğine inanıyorum. Çünkü kelimenin bizim zihnimizdeki karşılığı ile okuyucunun zihnindeki karşılığı çok farklı olabiliyor.

Şefkatin Gücüyle İlham Vermek: Şefkatli Liderlik

Şefkatin Gücüyle İlham Vermek: Şefkatli Liderlik

Liderlik dediğimizde konu genelde strateji, kararlılık, karar verme, zeka ve bilgiye dayalı sonuçlar üretme perspektifinden anlatılır. Günümüz iş dünyasında ise bir liderin başarısı sadece elde ettiği finansal sonuçlar, ulaştığı iş hedefleri ile değil, aynı zamanda çalışanların moral ve motivasyonu, bağ kurma, organizasyona karşı oluşan bağlılık gibi kriterlerle de ölçülüyor.

Karanlık Ormanına Yolculuk

Karanlık Ormanına Yolculuk

Her gün birbirinden karmaşık ve zor problemlerle karşı karşıya kalıyoruz ve günlerimiz problem çözerek, çözmeye çalışarak geçiyor. Kimi zaman iş yerinde kimi zaman sosyal hayatımızda kimi zaman ise özel yaşantımızda karşılaştığımız problemlerle mücadele ederken şimdi de 3 Cisim Problemini duymaya başladık. Peki nedir bu 3 Cisim Problemi?

ARIZALARIM VE BEN

ARIZALARIM VE BEN

Aynı durumları tekrar tekrar yaşayınca, hani bazen “evren bana mesaj gönderiyor” cümlesi kurarız ya! Aslında mesajı gönderen evren değil, hamster gibi sarmal bir döngüde tekrara düşen kendimiziz.

MENTAL DAYANIKLILIK MUTLULUĞUMUZU İNŞA EDİYOR

MENTAL DAYANIKLILIK MUTLULUĞUMUZU İNŞA EDİYOR

Ünlü yönetmen Nolan’ın filmi Inception’da insanların zihinlerinin içine ve rüyalarına girilir, zihinlerinden fikirler çalınır ve zihinlerine fikirler enjekte edilir. Film, hiçbirimizin rüyalarımızın başını hatırlamadığını, kendimizi bir anda rüyanın ortasında bulduğumuzu, rüyaya teslim olduğumuzu, olayları yönetemeyip, çaresizce içinde savrulduğumuzu vurgular. İşte bilinçaltından bu fikir çalma ve enjekte etme işleminde, tam da rüyadaki bu “dikkat yoksunluğundan” yararlanılır…