FARKINDALIK
Farkındalık denilen şey -bilhassa son yıllarda- sosyoloji ve psikolojinin bulunduğu farklı alanlarda, yani insanın olduğu her bir durumda gitgide daha fazla ilgi çekmektedir. Buna ek olarak, birbirinden oldukça farklı yorumları da barındırmaktadır. Bazı kaynaklara baktığımızda “bilinç” ile ilişkilendirilen bir kavram olarak genellikle insanla ve özellikle de psikolojik anlamda gelişmiş, olgunlaşmış insanla özdeşleştirilmiştir.
Günümüzde gitgide daha fazla önem kazanan “Psikolojik bilinç”, kişinin kendi yaşantı ve davranışlarının nedenlerini anlayabilmek amacıyla duygu, düşünce ve davranışları arasındaki ilişkileri fark edebilme, kendine bakabilme, kendini inceleyebilme ve kendi üzerinde düşünebilme yeteneği olarak kabul edilmektedir.
Bütün olan biten içerisinde bazen göremediklerimiz, anlayamadıklarımız, bulamadıklarımız, unuttuklarımız, bazen de nedenlerini hiç bilmeksizin (karşılaşmaktan ve yüzleşmekten) kaçındıklarımız oluyor. Fark edemediğimiz ya da kaçtığımız şeylerden öğrenebileceğimiz ne kadar çok şey var aslında.
“Farkındalık”, çoğunlukla bilinçle ilişkilendirilen bir kavram olmakla beraber, “bilgece farkındalık” (mindfulness), değişimin temel ve önemli süreçlerinden birisi olarak kabul edilmektedir. Bilgece farkındalıktan söz edildiğinde, kavramın kapsayıcılığını ve sıradan (derinlik ve güncellik barındırmayan) bir “farkındalık”tan farkını göz ardı etmemek gerekir. Bilgece farkındalık; farkındalık eylemini içermekle beraber farkındalık eylemindeki özel bir tutumu da en temel varsayım olarak vurgulamaktadır. Bilgece farkındalık, aslında her yeni günde kendini ve daha iyi yapabileceklerini aramaktır.
Ne olduğumuza, neler yaptığımıza, nasıl bir duruş ve kimlik ortaya koyduğumuza, ne zaman korktuğumuza, hangi maskeleri takıp hangi adımlarda maskeleri çıkardığımıza, neler değiştiğinde umutlandığımıza ne kadar düzenli bakıyoruz?
Böylesi soruların yanıtlarını bulmak, en azından bulmaya başlamak bile bizi anlamlı bir farkındalık yolculuğuna çıkarıyor. Yaşadığımız sürece, ertelediklerimizin değil de daha çok eylemlerimizin sahibi olmak bize sahicilik ve anlam katıyor. Anlamın olduğu yerde doyum dediğimiz şey deneyimlerimizin en güzel dolgu malzemesi haline geliyor. Her bir adımda, ne ve nasıl yaptığımızın önüne “nedenlerimiz” geçiyor.
Güçlü bir farkındalık için “algılarımızın” bize neler anlattığını iyi bilmek gerekir. Algılama anında beyin bireyin içinde bulunduğu durumdan ne beklediğini, geçmiş yaşantılarını, diğer duygu organlarından gelen başka duyuları, toplumsal ve kültürel etkenleri hesaba katarak güçlü bir sentez yapar. Gelen duyuları seçme, bazılarını eksik yorumlama veya ihmal etme, bazılarını kuvvetlendirme, arada olan boşlukları doldurma ve beklentilere göre anlam verme tam da bu aşamada ortaya çıkar.
Yani ilgiler, gereksinmeler, inançlar ve kişinin bireysel değerleri de tüm algısal seçim sürecini etkiler. Algılama, yorumlama ve bilme süreçleriyle ilgili tüm etkenlerin yarattığı düşünsel sisteme algı düzeneği veya paradigma denir. Paradigma, bizim farkına varıp veya farkına varmadan taktığımız bir psikolojik gözlüktür; iç dünyamızı olduğu gibi dış dünyamızı da bu gözlükle görürüz. İki türlü paradigma sürekli bizimledir:
Gerçek paradigması: Gerçeğin ne olduğuyla ilgili paradigmamız
Değerler Paradigması: Nelerin olması gerektiğiyle ilgili paradigmamız
Tüm deneyimlerin içerisinden geçerken, herhangi bir paradigmaya sahip olmamamız pek de mümkün değildir; ancak bir insanın kullanmış olduğu paradigmanın farkına varması, dünyaya hangi gözlükle baktığının bilincinde olması anlamına gelir. Paradigmalarının farkında olan liderler “gelişmiş” olmayanlar ise “kalıplanmıştır”.
Kişi hangi paradigmayı benimsemişse, kendi yaşamında o paradigmanın geçerli olduğuna dair bir sürü delil bulur. Paradigmalarının farkına varan liderler, sadece kaynakları değil aynı zamanda (zengin veya kısıtlı) o kaynakları nasıl kullandığını daha çok konuşur. Böylelikle, en zorlu anlarda bile, birbirinden farklı insanlar ve durumlarla hep barışık olandır.
Liderlerin hem kendilerinin hem de yol arkadaşlarının daha bir derinden farkına varması ve hangi ekosistemde olursa olsun birlikte öğrenmeyi, birlikte gelişmeyi her yeni zorlukta daha çok yaşatması gerekiyor. Aksi takdirde yaşananlar hep tek taraflı, ortaklık ve diyalogdan uzak, ego-sistemin tam da kendisi oluveriyor.
Liderlerin “keşfedilebilecek ne varsa keşfetmesi”, sürekli pozisyon gücüne dayalı bir yönetim anlayışından çok daha önemli bir konudur. “Ben Kimim” sorusunu bıkmadan usanmadan kendisine soran, bu konuda çok otantik yanıtlar bulan liderler, kendileri ve çevresindeki tüm insanlar için daha faydalı işler ortaya koyabiliyor.
Margery Williams’ın “Kadife Tavşan” adlı eserinde çok anlamlı bir bölüm var:
“
"Gerçek olmak ne demek? " diye sordu tavşancık.
"İçinde vızıldayan şeylerin olması mı? "
"Gerçek olmak nasıl yapıldığınla ilgili değildir," dedi sıska at.
"Bir çocuk yalnızca seninle oynamayı değil, gerçekten seni severse, işte o zaman gerçek olursun."
"Canın acır mı peki? " diye sordu tavşancık.
Sıska at hep doğruyu söylediğinden "Bazen," diye yanıt verdi.
"Ama gerçek olduğunda canın acısa da aldırmazsın."
"Düğmeye basılmış gibi pat diye mi olur? Yoksa yavaş yavaş mı? " diye sordu tavşancık.
"Pat diye olmaz," dedi sıska at.
"Zamanla gelişir. Çoğunlukla da kolay kırılan, köşeli, özenle korunması gereken şeylerin başına gelmez. Gerçek olduğundan saçının çoğu okşanmaktan dökülür, gözlerin düşer, eklemlerin gevşer, iyice eskimiş olursun. Ama tüm bunların hiç önemi yoktur. Çünkü bir kere “Gerçek” oldun mu, bunu anlamayanların dışında kimse seni çirkin bulmaz."
“
Günümüzde etkili liderler, birlikte çalıştığı insanların yetkinlik bazında bireysel gelişimlerini destekleyen bir öncülük rolünü de üstlenir. Sadece performans görüşmeleri için değil düzenli olarak ve güçlü bir diyalogla ilgilenir. Böylelikle, her bir takım üyesinin kendisini değerli ve yeterli hissetmesini sağlar.
Sadece geçmiş döneme yani performansa odaklanmakla kalmaz, onların potansiyellerini (enerjinin henüz açığa çıkmamış halini) hayata geçirmeleri için var güçleriyle onlara destek olur. Liderler, kendilerinin ne kadar farkındaysa, ekiplerinden düzenli olarak ne kadar geri bildirim (hatta feedforward/ileribildirim) duyuyorsa, diğerleriyle bağlantıyı ilk kuran olur. Sahici bir değişimin, o organizasyonu oluşturan kilit paydaşların önce farkındalıklarını sağlamaları ardından da o paradigmalarını (daha sonra pişman olmadan) eyleme taşımalarıyla mümkündür.
O çok alıştığımız kendimizden keşke biraz uzaklaşabilsek de geçirdiğimiz günlere, aylara, yıllara şöyle bir baksak ve her şeyin biraz daha farkına varsak. Farkına varamadıkça; nasıl geçiyor ömrümüz, nasıl harcanıyor günümüz, nasıl lüzumsuz üzüldüğümüz meseleler...
Gerçek oldun mu farkında olursun. Farkında olursan yola koyulursun. Yola koyuldukça, çok geçmeden söylemlerinle değil eylemlerinle “farkındalık dolu liderliğin” bu dünyadaki en güzel yansımalarından birisi sen olursun.
Öyle pat diye değil zamanla ve insanla güzelleşiyor liderlik, artık pozisyonla falan da değil gelişimin çok anlamlı bir pusulası olan güçlü ve sahici bir farkındalıkla.