DURAKLAMAK
“Yaşamaya merhaba” dediğimiz, o ilk ağlama anından itibaren yaptığımız her bir şey, attığımız her bir adım, Frank Sinatra’nın da o meşhur şarkısında söylediği gibi “kendi yol(culuğ)umuza” dair bir şeyler anlatıyor... Binbir duygu, binbir anlam ve binbir zenginlikle…
Ve o muhteşem yolculuk boyunca, kim bilir hangi zorluklarla karşılaşıyoruz. Buna ek olarak, bazen en çok beklediğimiz, bazense hiç beklemediğimiz zamanlarda karşımıza çıkan güzellikler... Farklı farklı anlamları, getirileri olsa da hepsi de kendimize özel, hepsi de yaşa(n)maya değer...
İşte böylesine yaşanmışlıklar arasında sadece kararlarımız değil, asıl o kararlarımızın ardından attığımız adımlar, nasıl bir hayat sürdüğümüzü belli ediyor. Bazen yolda olmaktan büyük bir keyif duyarken, bazen de belirli duraklarda kalmak en sevmediğimiz alışkanlıklardan birisi haline gelebiliyor.
Özel yaşamın ve kariyerimizin herhangi bir aşamasında, daha iyi yapabileceklerimize dair düşler kurabiliyoruz. Böyle yaparken de kendi hayallerimize benzer işleri gerçekleştirenleri örnek alabiliyoruz. Hâlbuki bizim bir şekilde yapabileceğimizi düşündüğümüz şeyleri yapmış olanlar, farklılıklarını öyle veya böyle ortaya koyuyor.
İrlandalı yazar, oyun yazarı, eleştirmen ve şair Samuel Backett’in "Godot’yu Beklerken - Waiting for Godot" adlı güzel oyununu izlerken çok kişi:
“Farklı bir şeyler olacak ama bunun için Godot’nun gelmesi gerekiyor” diye inanıveriyor ki böylesine bir düşünceyi okuyucusuna/seyircisine yaşatan, Vladimir ve Estragon diye iki de önemli kahraman var o oyunda.
Vakit geçer ama Godot bir türlü gelmez. En sonunda, “Peki, gidelim mi?” diye karakterlerden birisi sorar, diğeri ise “Evet, gidelim” diye karşılık verir. Amma ve lakin bu söz tamamen lafta kalır ve yerlerinden bir türlü kalkmazlar!
Eser, kişisel eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğu bilinmeyen bir kimseyi veya "şeyi" beklemelerini konu alan absürt tiyatronun en önemli eserlerinden birisidir.
Oyunun sonunda anlarsınız ki olan gece gündüz Godot’yu bekleyenlere olur...
Ya beklemeyenler? Tarihe de günümüze de baktığınızda, onlar ne yapar ne eder, çivilerini bir bir söker ve o yola koyulur...
Pakistanlı bir insan hakları aktivisti olan Malala Yusufzay, Godot’yu veya başka birisini beklemeyenlerden. Pakistan'ın kuzeyinde, Taliban'ın güçlü olduğu Svat Vadisi'nde yaşayan Malala, eğitim ve kadın hakları konularındaki duruşuyla tanındı ve en önemlisi de kızların okuması için yürüttüğü kampanyalar nedeniyle, çok kısa sürede, ülkesinde sembol isim haline geldi.
1997 doğumlu bu çocuk aktivist, kız çocuklarının eğitimi için verdiği mücadeleye istinaden 2011 yılında Pakistan hükümetince verilen "Ulusal Barış Ödülü”ne layık görüldü. Taliban'ın kız çocuklarının okula gitmesinin yasakladığını duyurduğu bu dönemde Malala eğitimle ilgili faaliyetlerine hiç ara vermedi.
BBC, 2009 yılında Malala için takma isimle yorumlarını yazdığı bir blog açtı. Artık görüşlerini daha rahat paylaşabilen Malala, Taliban'ın bölgede neler yaptığını ve kız çocuklarının eğitilmesi gerektiği konusunda yazılar yazmaya başladı. 'Pakistanlı Kızın Günlüğü' adı altında yazdığı el yazılarını BBC muhabirine ulaştırıyor, o da Malala için açılan BBC Urdu'da yayınlıyordu. Günlüğü yazanın kendisi olduğu anlaşıldı ve New York Times 2009'un yaz aylarında Malala'nın hayatını anlatan bir belgesel film yayınladı.
Pakistanlı kızların okula gitmesi için sürdürdüğü mücadele nedeniyle Taliban'ın ölüm listesinde yer alan Malala, 9 Ekim 2012 tarihinde okuldan evine dönerken, Taliban'ın düzenlediği silahlı saldırıda, başından ve boynundan vuruldu.
Saldırıyı izleyen günlerde, Ravalpindi kentindeki askerî hastanede tedavi altında olan Malala'nın sağlık durumu ciddiyetini korudu. 15 Ekim'de tedavi amacıyla İngiltere'ye götürüldü.
12 Ekim'de Malala’yı hastanede ziyaret eden Pakistan Başbakanı Raja Pervez Aşraf ise gazetecilere yaptığı açıklamada:
“Önümüzdeki 48 saat önemli... Bir kişiye yapılmış bir saldırı değil, insanlığa karşı yapılmış bir suç. Ulusumuza ve toplumumuzun değerlerine yapılan bir saldırı. Malala, Pakistan’ın gerçek yüzü” diye konuştu…
Henüz daha reşit olma yaşına bile gelmeyen bir kız çocuğunun, yerinde saymadan, başka bir şeyler ol(uş)masını beklemeden, cesaret ve kararlılık ile yaptıklarına bir bakar mısınız?
Ya siz, en son ne zaman, hayal ettiklerinizin, yürekten özlediklerinizin veya öyle olmasını çok istediklerinizin peşinden gittiniz? Hem de her türlü zorluğa, hatta mevcut büyük engel(ler)e rağmen?
İşin özündeki sahici sorular şunlar:
“En son ne zaman, kendinizin ve yaşamınızın, kağıt üzerinde değil, gerçek anlamda sorumluluğunu üstlendiniz?”
“Kendi sorumluluğunuza dahil olan şeyler için adımlar attıkça, kendine dair bir hayattan daha güçlü bahsedebilme şansının daha çok olduğunun, gerçekten ne kadar farkındasın?”
Yaşam, yollardan ibaret, sürekli beklemekten değil…
Yaşam, zorluklardan ibaret, sadece kolaylıklardan değil...
Yaşam, eyleme geçebilmekten ibaret, sadece bilmekten değil...
Yaşam, bir sürü duraktan ibaret, öyle bekleyedurma veya durakalma hallerinden değil…
Unutmayın ki yaşam boyu her daim kendi gerçekliğiniz galip gelecektir, korkularınız veya gölgeleriniz değil…
Sadece başı veya sonu değil, bir şeyleri anlamak, yaşamak ve mutlu olmak için çıktığınız her bir yol değerli, her bir yol keyiflidir.
Yaşamına liderlik heyecanını ve ruhunu katmak demek “illa Malala gibi olmak” da değil.. Okul, tatil, hobi, iş, ilişki ve benzeri her bir durakta öğrendiklerinle, daha iyisi ve daha anlamlısı için, bıkmadan usanmadan yola koyulmak, sonra da yola ve yolculuğa hep inanmak..