BIRAK GİTSİN
Boşver, bırak gitsin!
Sizi bilmem ama bu yıl yaşadıklarım bana öyle bir şeyi hatırlattı ki…Nedir derseniz “vazgeçmenin değeri ve gücü”. Bırak aksın, bırak gitsin, bırak sevsin, bırak. Tutmayı, bağlanıp kalmayı, tutsak olmayı bırak. Hayatımızdaki en büyük hediyelerden biri vazgeçme lüksüne sahip olmak ve bunu sonuna kadar kullanmak.
Sorumluluklar zorunluluklara dönüşünce vazgeç, değer görmediğin yerden, yardan vazgeç. Vasatlara razı olma, hele teslim hiç olma!
Clarissa Estes’in “Kurtlarla Koşan Kadınlar” isimli kitabını okudunuz mu? Henüz tanışmadıysanız zamanı gelince o bulur sizi. Estes’in de öğütlediği gibi kendi ellerimizle yarattığımız hayatımızı yine kendi ellerimizle bozmamak için vazgeçmeyi bilmek lazım. Masalda kendisi için yaptığı ve özel hissettiği kırmızı pabuçları, sözde bir sıcak yuva arzusu yüzünden kaybeden ve bu yüzden büyülü kırmızı pabuçların peşine düşen küçük kızın öyküsünde olduğu gibi bağımlılıklar bizi zehirliyor, kendi varlığımızı, bütünlüğümüzü değersizleştiriyor. Bırak gitsin, çok istiyorsan kaybettiğin ayakkabıların yerine kendi ellerinle yeniden yaparsın. Yeter ki tutsak olma, mış gibi yaşama hayatını…
Bağlar bağımlılıklara dönünüştüğünde vazgeç. Kaç oradan hem de olabildiğince uzaklara...Ailesinde, evliliğinde bağımlılıkların içinde yaşayan, yaşadığını sanan, kendini kurtarmak için bir tek adıma atmaya cesaret edemeyen nice hayat var. Evet, “mecburiyetlerim var” diyorsunuz, duyuyorum. Senelerce fark etmeden biriktirdiğimiz mecburiyetler, aman kırılmasın, aman incinmesin dediklerimizin üzerine eklendikçe hayat daha da zorlaşıyor.
Bazen de hırslarımız bağımlılıklarımız oluveriyor. Her ne pahasına olursa olsun deyip neyi, neden istediğimizi bize unutturan bağımlılıklar. Halbuki tıkanıveriyor bir süre sonra, hırsımızdan göremiyoruz. Vazgeçmek bir adım geriye atmaktır bazen, daha net görmek, daha hızlı gitmek için. Anonim bir deyişteki gibi “Vazgeçmek, pes etmek ve zayıflık değildir. Bazen bırakacak kadar güçlü olmaktır.”
Alışkanlıklarından vazgeçmek istemeyen insanlar değişme korkusu yaşar ve daha fazla mutlu olma şansını kendi kendilerine yok ederler. O zaman alışkanlıklarından da vazgeç! Konfor alanı içinde kendini tekrar eden şeylere karşı gözlerimizi dört gözle açmamız gerek, aksi halde beynimiz çürüyor. Değişmek yenilenmek demek hem de bütün hücrelerinle... Boşuna dememiş atalarımız “eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı” diye...
Cesaret et! Pişmanlık mı, korku mu? Yenilikten korkuyorsun ama o bir kerelik sadece; denemediğimiz, yapmadığımız her şey, bir ömür boyu yanımızda, keşkelerimize ekleniyor. Pişmanlık yaşamaktansa cesaret kapısından içeriye bir adım atsan daha iyi değil mi? Orada hayallerin, hedeflerin, isteklerin, en güzel kendin olma halin seni bekliyor. Hepimiz demiyor muyuz “yaşadığımız her şey yanımıza kar kalıyor” diye... Bak istesek de şimdi bir yerlere kıpırdayamıyoruz işte.
Her şeyin bir zamanı var diye bazı şeyleri erteliyoruz. Boşver, vazgeç bundan da. Sen gerçekten istersen eğer “o zaman” gelmiştir. Hadi şimdi, erteleyip de zihnindeki maymunların o güzel enerjini çalmasına izin vermekten vazgeç artık. Paranın satın alamayacağı yegane şey “zaman”... Sen yönet onu, o seni yöneteceğine.
Kullanmadığın eşyalar da buna dahil, at gitsin. Boşuna uzayında yer kaplamasın, enerjini çalmasın, vazgeç tutmaktan, kıyamamaktan. Eminim bir başkasının onlara daha çok ihtiyacı var. Paylaşmak gibisi var mı, hele de bugünlerde...
Vazgeçmek özgürlüktür çoğu zaman. Eckhart Tolle’e soruyorlar. Nasıl bırakacağız diye? Cevabı çok açık. “Kızgın bir kömürü bir anda elinizden bıraktığınız gibi...” Sizi daha ileriye götürmeyen her ne varsa onlarla vedalaşmak, yeniden yola koyulmaktır vazgeçmek.
“Satın alınamayan şeyleri severim ben. Deniz gibi, Gökyüzü gibi, Ay ve güneş gibi, Ve Sevgi gibi” der Sabahatti Ali. Bunlardan ise hiç vazgeçmemek gerek. Bir ömür boyu peşinden gitmeye değer.