AYAK BAĞI MI, GÖNÜL BAĞI MI?
Hani bir kitap okursunuz da “tam da aradığım buydu işte!” dersiniz ya, bana da öyle oldu. İsmi “Bağlanma”, yazarları “Amir Levine ve Rachel Heller”.
İnsanın kendisiyle çıktığı hayat denen bu yolculukta başkalarıyla kurduğu bağ ve bağlantılar o kadar önemli ki... Tabi önce kendinden başlamak üzere… Kendisiyle bağlantıda olan başkalarıyla da çok güçlü bağlantılar kuruyor. “Testide ne varsa dışına da o sızar” derler ya hani, şevkat, iş birliği, imece bizim hayatımızda ne kadar varsa ilişkilerimize ve iletişimimize de bunu katıyoruz.
Bağ kurmadan yaşayamıyoruz. Hatta hayatta kalamıyoruz. Yalnızlık, insanın bilinçaltında hayatının tehlikeye girmesiyle aynı sistemi tetikliyor diyor, gazeteci Eray Özer yalnızlık üzerine yaptığı bir sohbette. “Yalnız kalırsam ölürüm” durumu yani. Vücut saldırı altındaymış gibi tepki veriyor. Bağışıklık sistemi düşüyor, kortizol seviyesi artıyor, obezite artıyor ve bunun gibi birçok olumsuz etki ortaya çıkıyor. Diğer canlılar için de sosyal izolasyon fiziksel acıdan daha yıpratıcı. Yapılan çalışmalarda gösterilmiş ki maymunlar bile yalnız ve 22 saat süre ile aç bırakıldıkları halde önce arkadaşlarının yanına gitmeyi tercih ediyorlar.
John Bowlby ve arkadaşlarının yaptığı araştırmalar ve bağlanma kuramına göre bebekliklerinde annelerine her ihtiyaç duyduklarında gecikmeden annelerinden ilgi gören ve bu sayede güvenli bağlanan bireyler, olumlu birer bağlanma modeli geliştirirler. Duygu ve düşüncelerini başkalarına açmaktan, ihtiyaçlarını ifade etmekten çekinmezler, kolaylıkla yakın ilişkiler kurabilirler. Korkulu/kaygılı bağlanma tarzına sahip olanlar, kendilerine de başkalarına da güvenmezler, kendilerini daha az sevgiye ve değere layık görürler. Bu bireyin çocukluk yıllarında annesine aşırı bağlılığından kaynaklanan psikolojik bir sorundur. Bu tarz bağlanma tarzına sahip insanlar, diğerlerinden yüksek düzeyde samimiyet, onay ve duyarlılık ararlar. Kayıtsız bağlanma tarzına sahip bireyler ise, kendilerini olumlu, başkalarını olumsuz görme eğilimindedirler. Bağımsızlıklarına düşkündürler, kimse ile kolay kolay yakın ilişki geliştirmezler. Başkalarına duydukları gereksinimi ve yakın ilişkilerin önemini reddederler ve tabi ki kaçarlar.
Yukarıda sözü geçen kitaba göre günümüzde yetişkin bağlanmasında etkenlerden sadece birinin ebeveynlerin bize bakma biçimi olduğunu biliyoruz. Genlerimizin ve yaşam deneyimlerimizin de dahil olduğu diğer etkenlerin de rolü var. Bir kişinin başkalarıyla olan ilişki modeli, müşteri veya romantik partner gibi farklı rol ilişkileri düşünüldüğünde de farklı biçimler alacaktır. Romantik ilişkilerde beklentiler, belirli bağlanmaya veya belirli duruma veya ifade edilen özel ihtiyaçlara bağlı olarak önemli ölçüde değişebilir. (Baldwin, 1992, p. 429)1
Güven temelli bağlanan kişiler ile kurulan ilişkiler ne kadar rahat, geliştiren ve ne kadar huzur veren ilişkiler oysa ki. Düşük güven ilişkisi yaşadığınız birini düşünün. Bu kişi iş ya da özel yaşamınızdan birisi olabilir. Neye benziyor? Neler hissediyorsunuz? İletişiminiz nasıl? Hızlı ve akıcı mı, yoksa kendinizi sürekli mayın tarlasında yürüyor ve yanlış anlaşılıyor gibi mi hissediyorsunuz? Birlikte rahat çalışıyor ve işleri hızla hallediyor musunuz, yoksa sonunda uzlaşmaya varmak, aşırı enerji ve zaman mı gerektiriyor? Bu ilişkiden keyif alıyor musunuz, yoksa onu can sıkıcı, usandırıcı ve külfetli mi buluyorsunuz? Yüksek ve düşük güvene dayalı ilişkiler arasındaki fark aşikardır!
Bağlanma diğer kişide, güven, enerji, koruma ve ilham uyandırır. Daha fazla şevkat ve empati hissetmemize neden olur. Bağlandığımızda, doğal korumamızı düşürebilecek kadar güvende hissederiz. Belki tıpkı annemizin kollarında olduğu gibi. Kurulan her bağ duygusal bir bağlanma oluşturmaz. Kopmaz bağlar kurmak için eğilmek gerekir, karşımızdaki ile aynı seviyeye gelinceye kadar; kalbi açmak gerekir, belki de hiç açmadığımız kadar; kendimiz olmak gerekir, belki de hiç olmadığımız kadar; geçmişi bırakmak gerekir karşımızdakini ve anı yaşamak için...
Bazen kurduğumuz bağlar işimizde, evde, arkadaşlarımızla, yakınlarımızla biter veya kopar. Bu ayrılık ister istemez bize değişimi getirir. Yasını tutmadan başka bir bağ kurmak o kadar kolay değil. İşimizdeki arkadaşımızın ya da sevdiğimiz müdürümüzün ayrılığı bile böyle duygusal bir deneyimdir aslında. Veda etmeden bir sonraki ilişkiye başlamak güçtür. Eğer yas tutmazsak yenilenmemiz mümkün değil, yeniden bağ kurmak ise hiç mümkün değil! Ayrılık zamanı geldiğinde her ortamda ve her ilişkide kaçmak değildir mesele; veda etmeyi bilmektir aslında. Yaşadığımız her güzel duygunun anısına... Bulunduğumuz ortam neresi olursa olsun, bu yası yaşamamıza da izin vermelidir örneğin işimizde müdürümüz, evimizde yakınlarımız veya arkadaşlarımız. Bazen affetmek ve yeniden kendi hayatımıza başlamak için buna çok ihtiyaç duyarız.
Veda etmek zorunda bile kalsak bağlanmak gerek hayata ve insanlara... ”Arkadaşlar olmadan kimse yaşamak istemez, başka neye sahip olursa olsun” diyen Aristoteles bu cümlesinde “yaşamak istemez” derken “gerçekten ölmek istersin” anlamını kastediyor. Yaşamak için, gelişmek için bağ kurmaya ihtiyacımız var. Gerçek diyaloglarla bağlanmaya ve güven duymaya...Belirsizliğin her gün biraz daha arttığı bu dünyada önce kendimize, sonra da değerli ilişkilerimize sımsıkı sarılsak ruhumuzun üşümesine engel olur muyuz acaba?
Düşünün bakalım! Hayatta yalnız olarak yola devam etmek ve ilişkileri ayak bağı olarak görmek mi; yoksa dünyada tanıştığı ve arkadaş olduğu tilkinin Küçük Prens’e dediği gibi “gönül bağı kurduğun her şeyden ölene dek sorumlu” olmayı mı seçiyorsunuz? Hayatımızın zaten kendisi ilişkiler, bağ ve bağlantılar. Aksi takdirde ölüyoruz.
Referans: 1. https://en.wikipedia.org/wiki/Attachment_in_adults