Aşure Ruhu
“Kendi ellerimizle pişirdik, afiyet olsun” diye ikram etti, bu ülkenin en kıymetli markalarından birinin genel müdürü, hemen arkasından da ekledi:
“Tüm çalışanlarımız, minik paketler içerisinde şeker getirdi. Kendi aşuremizi hazırlarken, o şekerleri kattık, çok da güzel oldu.”
Çocukluğumdan beri çok o çok sevdiğim aşureyi bir çırpıda bitirdim, sonra da ikincisini bile istedim. Sözlükte mecazi anlamlı “içinde birbirine aykırı, değişik öğeler bulunduran karışım” olarak geçiyor. Ermeni, Rum kültüründe de var olan ve Alevi kültürlerinde de yerini alan, birleşerek oluşan ve asıl adet’i paylaşım olan tatlı bir tat; yaşamlarımızın özü gibi..
Diğer bir taraftan kelime anlamı diye bakarsak; Arapça’da 10 manasına gelen “aşara” kelimesinden türemiş, Asya-Afrika dillerinde ortak bir sözcük, diğer yandan Musevilik inancında Büyük Kefaret Günü için kullanılan, Alevilerde ise, Muharrem Matemi’nin son günü Aşure günüdür. Böyle bir günde gerçekleştiği inanılan önemli bazı rivayetler bulunmaktadır.
Adem’in işlediği günahtan sonra tövbesinin kabul edilmesi, İdris’in diri olarak göğe yükseltilmesi, Nuh’un gemisinin tufandan kurtulması, İbrahim’in ateşte yanmaması, Yakup’un oğlu Yusuf’a kavuşması, Eyyub’un hastalıklarının iyileşmesi, Musa’nın Kızıldeniz’den geçip İsrailoğulları’nı firavundan kurtarması, Yunus’un balığın karnından çıkması, İsa’nın doğumu ve ölümden kurtarılıp göğe yükselmesi..
Yani, hangi açıdan bakarsanız bakın “Aşure” içinde ışıkların birleştiği çok anlamlı bir gündür. O yüzdendir ki; aşure en çok birleşmektir aslında. Tıpkı yaşam gibi, yaşamın içindeki birbirinden farklı, birbirinden kıymetli milyarlarca insan gibi..
Aile, şirket, dernek benzeri varoluşumuza anlam katan dilediğiniz ekosisteme bakın, duygumuz, düşüncemiz, davranışımız apayrı olabilir ama bunlar kararında bir birleşimle bir araya gelince işte o zaman farklılardan beslenen insanlar oluruz. Her birimiz; yaptıklarımız, yaşadıklarımız, verdiğimiz tepkilerle kendine özgü insanlar olabilir, kendimize özgü hayatlar yaşayabiliriz ama birleşince o hayatlar, çok daha zengin, çok daha derin bir yaşam alanı oluşur, gelişiriz aslında topyekün.
Aşure dediğimiz şey, çok tatlı ve çok anlamlı bir birleşim o yüzden. Her biri ayrı bir tat olanlarla bir araya gelmiş bir şölen. En bilindik tanımla, Nuh’un o Büyük Tufan’ından sonra “elde kalan malzemelerle” yapılan bir tatlıysa eğer, bazen hayatlarımızda da, tufan dediğimiz felaketler gelir bizi yoklar. Havamız kararır, fırtınalar savurur, gemimiz su alır, belki alabora bile oluruz.
Ama sonra, o da gelir, o da geçer. Çünkü hayat durağan ve aynı değildir, güneş doğar, sular durulur ve fırtına yerini ılık bir rüzgara bırakır ve “elimizde kalan o malzemelerle” belki eskisinden daha zengin bir tat bulunur. Hele hele, elde kalan malzemelerden biri bir de Nar ise, içinde yüzlerce taneciği barındıran, bir bereket doğar; kuraklığa dayanıklı, çarpıntıya iyi gelen, rengi gibi canlı..
Her bir ekibin, oluşumun yapacakları mücadelelerde ortaya koyacağı en önemli fark “ortak bir ruh ve sahici bir diyalog” yaratmak. Ancak bu ikisi olduğunda, gerçek bir direnç, azim, sahiplilik ve ortak hedefler daha bir güçlü doğuyor. Yaptığımız işlere birlikte inanmak, aklımız ve gönlümüzle kendimizi adamak çok daha kolay bir hal alıyor.
Ne kadar birbirinden farklı notalara sahipsek, güzel bir harmoni oluşturma halimiz o kadar zengin oluyor. Aşurenin o birbirinden çok farklı malzemelerini biraraya getirdiğimizde oluşan o lezzet, farklı ilişkilerimizde kendimizden çok farklı kişilikleri dahil edebildikçe çok daha yaygın bir yaşam alışkanlığımız haline geliyor.
Masada veya e-postalarında yumruğunu vuran, sadece kendi dediğini yaptırmaya çalışan, kriz anlarında hemen panik yapan yöneticilerin yerlerini, daha bir tevazu ile yaklaşan, ekip arkadaşlarına düzeltme fırsatları sunan, kendisinden sonraki tufanlara değil “devamlılığa” inanan ve en önemlisi kendisinden farklı bakış açılarına ilk önce olumlulukla yaklaşanlar alıyor artık.
Birleşmek ve birleştirmek, elimizde kalan malzemelerle en güzel lezzetin peşinden koşabilmek çok daha önem kazanıyor gitgide. İnsanlara bir şey anlatırken, içine gerek sizden gerekse de onlardan tadlar katabilmek daha çok etki etmekte.
Eski Yunan’lı bir filozof, matematikçi ve astronom olan Hypatia’nın yaşamını anlatan Agora filminde kendi ağzında şöyle bir ifade geçer:
“Bizi birleştiren şeyler, ayrıştıranlardan çok daha fazladır.”
Yıllar geçtikçe “Ben” kelimesinin kullanımı gözle görülür bir şekilde artıyor ve “Biz” demeyi unutuyoruz sanki. İşbirliğine dayanan çözümlerinse gün geçtikçe daha bir duygu birliği sağlaması o kadar kolay ki.
Sadece anlamak yetmiyor, biraz daha çok yaşatmak gerekiyor ki; bizi birleştiren şeyler, biraz emek verip pişirme, geliştirme sabrını gösterebildiğimizde, elimizde kalanlar kadar değerli, yaşama ve insana kattıklarımız kadar güzeldir.