ANLAM
Gün geliyor, elimiz, ayağımız, dilimiz bağlanıyor. Sebebi ve anlamı olmasa da çok insana fark edilmek ve hatta beğenilmek bayağı bir yeterli geliyor. Henüz birkaç sene öncesine dek çok inandığımız o iddia ve fikirlerimiz aklımızdan uçuveriyor. Pek çoğumuz bir hengâmenin ortasına düşmüş olsa da bunu kolay kolay fark etmiyor. Böyle zamanlarda da yaşamadığımız yüzümüzden rahatlıkla okunuyor.
Eğitimlerimde veya konuşmalarımda, bugünlerde en çok karşılaştığım sorular “peki ya anlam dediğimiz şeyi nasıl bulacağız?” ve benzeri sorular oluyor. Mutsuz veya anlamsız bir şekilde yaşadığını fark etmemekse, sadece yeni kuşakların değil, bütün insanlığın belki de en büyük düşmanlarından birisi haline geliyor.
Çok gerçek öykülerle dolu bir kitaptır; İnsanın Anlam Arayışı. Bu çok özel kitabın yazarı, Avusturyalı Nörolog ve Psikiyatrist Viktor Frankl’a göre;
“Kişinin yaşamda bir anlama ulaşmasının üç temel yolu vardır. Bunlardan ilki bir eser yaratmak ya da bir iş yapmaktır. İkincisi bir şey yaşamak ya bir insanla etkileşmektir; başka bir deyişle sadece işte değil ayrıca sevgide de pekala anlam bulunabilir.
Ancak en önemlisi yaşamdaki anlama giden üçüncü yoldur: Değiştiremeyeceği bir kaderle yüz yüze gelen umutsuz bir durumun çaresiz kurbanı bile kendini aşabilir, kendi ötesine gelişebilir ve böylece kendini değiştirebilir.”
Frankl’a göre insanın yaşamdaki anlam arayışı, aynı zamanda insanın yaşamının da amacıdır. İnsanoğlu böyle bir gerçeği er ya da geç fark ettiğinde, aynı arayış içinde olan başka insanları bulmaya da hevesli olacaktır.
Yaşamın bizim için anlamlı olduğunun farkına vardığımız en önemli durumlarından birisi, yeteneklerimizin ve yetkinliklerimizin bir şekilde etkili olduğunu, gerçekten işe yaradığını, eninde sonunda “başarı veya mutluluk” benzeri bir şeylerin çıktığını deneyimlediğimiz anlardır.
İnsanoğlu, binlerce yıldır içinde bir anlam ve umut barındıran şeyler için sabretmeyi ve şartlar ne olursa olsun gayret göstermeyi göze alır. İnsanların tutumunu en iyi şekilde geliştirebilmesi ve kazandıran tutuma dönüştürebilmesi için Frankl dokuz temel öğretiyi şöyle vurgular:
Umudunuz olsun. Koşullarımızı her zaman değiştiremeyiz, ancak ortaya çıkan durumdaki tavrımızı her zaman seçebiliriz. Durumu değiştiremeyiz, o yüzden kendimizi değiştirmek zorundayız.
Nedeninizi bilin. Kendinize sorun, neden yaşıyorum? Her gün kalkıp neden işe gittiğimizi ve neden bu hayatta olduğumuzu sormalıyız. “Nedeni olanlar neredeyse her zaman her türlü ‘nasıl’ ile baş etmeyi bilir.
Ağlamayı öğrenin. Gözyaşları zayıflık belirtisi değildir. Kırılmaktan korkmayan bir ruhtan çıkarlar.
Kalabalığın bir parçası olmayın. Herkes gibi olmaktansa benzersiz, biricik olduğumuzu daha çok hatırlayıp “ezberlerimizi bozmaya” dair adımları daha sık atabiliriz.
Duygu ile yaşamayın. Hayatın bize sorduğu sorulara nasıl cevap verdiğimiz sayesinde biz de hayatımıza anlamlar yüklüyoruz. Hayat, her insana meydan okuyor ve biz de sadece kendi eylemlerimizle yanıt verebiliyor, izler bırakabiliyoruz.
Gününüzü nezaketle doldurun. Zarif olmanın özel ve anlamlı bir amacı vardır. Her gün yüzlerce küçük nazik eylem gerçekleştirme fırsatımız var ve bu eylemler de hayatlarımıza anlam katar.
Kendinizin ötesine bakın. Kendi sınırlarımızı aştığımızda gerçek anlamı buluruz. İnsan, küçük veya büyük demeden, kendini bir amaca bağladığında kendini daha çok unutur ve o kadar da büyür.
Başkalarının acısını hissedin. Başkasının acısını çekmek zor olsa da halinden anlayabilmek çok anlam barındıran bir duruştur. Çevremizdeki insanların duyguları ve acıları konusunda onlarla empati kurabiliriz.
Hayat zor olsa bile değişebiliriz. Anlam, sevgi ve amaçlarla dolu, daha yaşanası bir hayatı yaratabiliriz.
Kendisini daha çok “ihtiyaçlar hiyerarşisi” ile tanıdığımız Brandeis Üniversitesi Psikoloji Profesörü Abraham H. Maslow’a kulak verelim:
“Eğer bile bile gücünüz yettiğinden daha azını olmayı planlıyorsanız; sizi uyarırım, hayatınızın geri kalan kısmında mutsuz olacaksınız.
Kendi yeteneklerinizden ve olanaklarınızdan kaçıyor olacaksınız.”
Buna izin verdiğimiz yani cesaret gösterdiğimiz sürece hayat bize bir şeyler öğretir. Her birimiz hayatımızın en zor dönemlerinde birbirinden farklı yollar üzerinden mücadele ediyoruz. Bilhassa böyle dönemlerde anlam dediğimiz şeyi daha çok arıyor, buldukça da patikalardan ana yollara doğru çıkıyoruz. Sadece iyi niyetten mi, saflıktan mı yoksa trajik bir inattan mı bilinmez ama bazen fena halde boşa kürek çekiyoruz. Olmayacak işlere ve ilişkilere, olmayacak anlamlar yüklüyoruz.
Oysa, anlamı bulmak ve bu anlam doğrultusunda yaşamak, bizi her yeni günde daha güçlü kılan bir pusuladır. İnsan, ancak o güzel hikayeleriyle anlamlı ve bahtiyardır. Yaşadığımızın kendi hayatımız olup olmadığı bize özgü bir yaşam gayemiz olup olmamasına bağlıdır.
Gerçek öz ancak ısıda, hararette ve baskıda yani hayatın zorlu zamanlarında ortaya çıkıyor. Gerçek öz, biz “anlamı buldukça” yolumuz ne kadar zorlu olursa olsun bize umut, enerji ve cesaret katıyor. Yaşamın anlamını da anladıklarımız değil de “yaptıklarımız ve yaşadıklarımız” belirliyor.
Bugünlerde sizin yaşadıklarınız hayatınıza hangi anlamları katıyor? Artık hiç kaçmayıp, kendi yeteneklerinize ve olanaklarınıza daha güzel anlamlar katmaya var mısınız? Kattıkça, bitmek bilmeyen bir arayışı olan yaşamın rengarenk olduğunu da hatırlayacağız. Hatırladıkça da monotonluklar, dayatmalar, aynı haftalar, benzer suratlar ve hiç değişmeyen nakaratlar ne zihnimizi küçültebilecek ne de düşlerimizi.
Amaç, umut ve güzellik dolu bir hayatı hiç kaçırmamaya ve yaşama hep anlam katmaya.